23.01.2020 - Bütün o Toprak Türklük kokuyor |
Bütün o Toprak Türklük kokuyor
Prof.Dr.Mehmet Erol Moğol istilasından kaçan 40 bin Türkmen çadırı Memluklar tarafından Suriye’ye yerleştirilmişti..
Suriye Türkmenlerinin Tarihi, Türk Dış Politikasında Suriye Türkmenleri, Coğrafi Dağılımları, Siyasi, Sosyal ve Kültürel Durumları…Yüz yıllık bekleyişin ve özlemin karşılıksız olduğunu görmenin yattığı hayal kırıklığıdır bu ifade… İki dünya arasında kalanların hayal kırıklığıdır... Yahya Kemal Beyatlı 1921 yılında Bulgaristan’a yaptığı bir gezinin notlarında şunları söylemiş: “Bir Türk’ün gönlünde nehir varsa Tuna’dır, dağ varsa Balkan’dır. Türklük Avrupa´ya doğru cezir ve meddi biten bir deniz gibi o dağlardan çekilmiş, lâkin tuzunu bırakmış… Bütün o toprak Türklük kokuyor. Bu tuz, Bulgar vatanının toprağında mı kalmamış? Kanında mı? Meşrebinde mi? Yaşayışında mı? Lisanında mı kalmamış? Daha nerelerinde… Yâ Rabbî! O toprakta gezdiğim müddetçe hep bunu hissettim...” Yahya Kemal hayatta olsaydı ve Suriye’yi gezseydi büyük ihtimalle Suriye’deki Türk izleri için de buna benzer şairane sözler sarf ederdi. Türklerin meddi bitip cezir ettiği topraklarda kurulan ülkelerden en uzun sınır komşuluğu Suriye iledir. Selçuklulardan itibaren Türkmenler bölgeye yerleşmeye başlasa da Memluklar devri Suriye’ye en fazla Türk unsurun yerleştiği dönemdir. Moğol istilasından kaçan 40 bin Türkmen çadırı Memluklar tarafından Suriye’ye yerleştirilmiştir. 24 Ağustos 1516’da Yavuz Sultan Selim bölgede 402 yıl kesintisiz sürecek Türk hâkimiyetini başlatır. Mondros Mütarekesi’nden sonra Osmanlı Devleti, Suriye’den çekilmek zorunda kalmıştır (30 Ekim 1918) .
Bölyece, 11.yy’dan başlayarak 20.yy’a kadar değişik dalgalar halinde bölgeye yerleşen ve bugün sayıları milyonlarla ifade edilen Türk unsurlar geride bırakılmış oldu. Bu tarihten sonra Fransızların hâkimiyetine giren Suriye, 1936’da Fransızların kontrolünde Cumhuriyet, 1946’da da bağımsız olmuştur. Türklerin hâkimiyetinden sonra Suriye’de Osmanlının izleri silinmeye başlanmıştır. Arap milliyetçiliğinin (BAAS) bileği taşı niteliğinde olan Osmanlıya düşmanlıktan bölgede kalan Türk unsurlar da nasibini almıştır. 1940’lardan 2000’lere kadar olan zaman diliminde, özellikle Osmanlı Devleti’nin bakiyesi olarak görülen Türkler baskı altına alınmış ve Türkçenin yazılı kullanımı yasaklanmıştır. Dikkate değer sayıda Türkmen nüfusun bulunduğu başlıca şehirler; Halep, Lazkiye, Şam, Hama Humus ve Kuneytra’dır. Bunlardan Halep ve Lazkiye’deki (Bayır-Bucaklar) Türkmenlerin dışında-kiler Türkiye’de pek bilinmezler. Suriye’deki Türkmenlerin toplam nufusunun 1,5 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu rakam Türkçe konuşan Türkleri ifade etmektedir. Bunun dışında 2 milyon civarında da Araplaşmış Türkmen’in olduğu tahmin edilmektedir Suriye Türkmenlerinin Siyasi ve Sosyal Durumları
Suriye’nin bu sayılan bölgelerinde iç savaş öncesine kadar 3 milyon civarında Türkmen nüfusu yaşamaktaydı. Bu nüfusun yarısı, özellikle iç bölgelerde yaşayanlar, Türk kökenli olduklarını bilmelerine rağmen Türkçeyi unutmuşlardır. İç savaşa kadar Suriye’deki Türkmenler köylerde ve hemen her şehir merkezinde oluşturdukları mahallelerde diğer topluluklarla pek fazla karışmadan bir arada yaşamaktaydılar. Tek eşlilik yaygındı. Diğer milletten olanlarla evlenme oranı düşüktü; kendi aralarında, özellikle de akrabalar arasında evlenmekteydirler. Aileler ortalama 10 çocuk sahibi idiler. Köylerde yaşayanlar çiftçilikle, şehirdekiler ise genellikle ayakkabı imalatı ve dericilikle geçimlerini sürdürmekteydiler. Okuma ve buna bağlı bir iş edinme oranı oldukça düşüktü. Günümüzde ise Suriye’de kalanlar savaş yüzünden büyük oranda kırsal alana çekilmiş durumdadır. 28 Haziran 1939 yılında Hatay’ın Türkiye’ye katılmasıyla, özellikle de “1970 İnkılâbı” sonrasında Türkmenlerin Türk olduklarını telaffuz etmesi dahi yasaklanmıştır. Bu süreçte Türkçe olan yer adlarının pek çoğu değiştirilmiş, bazı Türk köylerine Araplar yerleştirilmiştir. 1941 yılında, Halep Kalesi’ne çekilen Türk bayrağı dışında, Osmanlının bölgeden çekilmesinden sonra Türkmenler topluca hareket edemez duruma getirilmiştir Suriye Türkmen Kültürü Osmanlı Devletinin Suriye topraklarından çekilmesinden günümüze kadar geçen zamanda Suriye Türkmenleri yazılı bir edebiyat oluşturamamışlardır. Ülkede Türkçe matbuatın yasaklanması ve buna bağlı olarak bir Türkmen elitinin oluşamaması bu durumun başlıca nedenidir. Suriye Türkmenlerinin kültür ve edebiyatları, sözlü ortamda yaşatılmaya çalışılan geleneksel halk edebiyatı ürünleri ve halk bilgisi ile sınırlı kalmıştır. Bunun yanında Türklük bilimini ilgilendiren bazı faaliyetler görülmektedir. 2000-2011 yılları arasında Türkiye Suriye ilişkilerinin yumuşamasından cesaret bulan birkaç Türkmen aydını ve üniversiteli gençler kısıtlı da olsa birkaç yayın yapabilmişlerdir. Gazeteler ve Dergiler: (İlk Dönem: Yasak öncesi Türkçe matbuat) 1922-1936 yılları arasında Suriye’de Fransızların da teşvikiyle bazı gazete ve dergilerin Arap harfleriyle Türkçe olarak basıldığı görülür. İlk olarak Halep’te 1922’de, “Doğru Yol” gazetesi çıkarılmaya başlanmıştır. 1929 sonuna kadar yayınlanabilen bu gazete, “Yüzellilikler”den olan Refik Halit, Hasan Sadık ve Celal Kadri tarafından çıkarılır. Yine Halep’te “Vahdet Gazetesi” ve haftalık “Yeni Mecmua - Yeni Gün” 1936’ya kadar yayın hayatına devam etmiştir. Maalesef bugün Türkiye’de yahut Suriye’de bu gazete ve dergilerin elimizde tam nüshaları bulunmamaktadır. Yalnızca Doğru Yol gazetesinin 56 sayısına ulaşabildik. “Nic’oldu” redifli 27 dörtlükten oluşan destanı Hacı Hoca’nın en tanınmış şiiridir. Çeşitli Varyantları oluşmuştur. Kulak tut sözüme Âl’-Osman oğlu Senden evvel tahta çıkan nic’oldu Her biri devrinde kırdı küffarı İslâm diyarını açan nic’oldu Gemilerin denizlerde yüzerdi Ser kâtipler Hatt-ı Hümâyun yazardı Ecnebiler satvetinden bezerdi Kılıncın üst başa asan nic’oldu Sekiz ordu silah-endâz dururdu Denizde karada hükmün yürürdü Ecnebi düşmanlar harac verirdi Hani o saltanat ü şan nic’oldu İsm-i Hacı Hoca kelamı tamam Olduğu cemaate dururdu imam Hıfz etmiş Kur’anı ederdi hitâm Âl’osman misali Hocam nic’oldu Suriye Türkmenlerinde Halk Kültürü: Kültürel kimliğin belirleyici pratikleri bütün Suriye Türkleri arasında yaygın ve çeşitlilik arz eden uygulamalardır. Bu çerçevede, Geçiş dönemlerine ait geleneklerden doğumla ilgili olanlar daha çok kadın etrafında süregelen uygulamalar oldukları için korunabilmişlerdir. Türkmenlerde özellikle erkek çocuk sahibi olmak önemlidir. Çocuksuz yahut erkek çocuğu olmayan kadın dinsel-büyüsel yahut halk hekimliği uygulamalarıyla bu sorununa çare aramakta ve geleneksel uygulamalara başvurmaktadır. Çocuklarla ilgili olan diş hediği ve köstek kırma ritüelleri sürdürülmektedir. Geçiş dönemlerinden evlenme ve ölüm çevresinde sürdürülen geleneklerin de yörede korunduğu görülmektedir. Bu türden uygulamalar kalabalıklar içinde yapılan faaliyetlerdir ve azınlık durumundaki Türkleri görünür kıldığından canlılığını koruyabilmiştir. Düğün törenlerinde saçı, kalın, şaba-şabaş, yol almak (dayı-emmi), sağdıçlık (cahalbaşlık) gibi gelenekler yaşatılmaktadır. Yine yas törenlerinde kurban kesilmesi, ölü aşı verme ve tuz dağıtılması korunmuş uygulamalardandır. Yörede aşiret, oymak gibi yapıların varlığı, düğünler ve yas törenlerinin kalabalık ve dayanışma içinde geçmesini sağlamaktadır. Geçiş dönemleri uygulamaları yanında ziyaretlerle ilgili uygulamalar da bütün Suriye Türklerinde görülmektedir. Bozgeyikli Dede, Ziyaret, Yel Baba bu yerlerden bazılarıdır. Halep Türklerinde halk hukuku kapsamında kan davasına çözüm getiren kan sağlama uygulaması yakın zamanlara kadar sürdürülmüştür. Birinin öldürülmesi durumunda ileri gelenlerin hakemliğinde taraflar bir bedel üzerinde anlaştırılmaktadır. Anlaşmaya kana oturma, bedel bütün Türklerden toplanmasına da kan sağlama denmektedir. Suriye Türklerinde hâlen oynanmakta olan oyunlar mevcuttur. Aşık, Yüssük, Mankal gibi oyunlar büyükler tarafından oynanırken Hah, Halik, Küg ve Gelin Goh gibi oyunlar çocuklar arasında oynanmaktadır. Bir örnek dışında halk sporlarına dair uygulamalar unutulmuştur. Bayır-Bucak Türkleri arasında aba güreşi yaygındır. Özellikle düğünlerde sabaha kadar süren güreşler yapılmakta, güreşçinin yetişmesinde usta çırak ilişkisi sürdürülmektedir. Bayır-Bucak Türkleri bu geleneği göç sonrasında Yayladağı’na da taşımışlardır. El Sanatları Geleneği kapsamına giren kültürel ögeler de oldukça zayıflamış durumdadır. Geleneksel mesleklerden saraçlık, dokumacılık, dericilik, kerpiç kesimi gibi işleri bilenler olsa da bu mesleklerin icrası azalmıştır. Giyim Kuşam: Erkek kıyafetlerinde (Zıbın, Tuman, Şalvar, Kuşak, Gallabiye, Yağlık, Bürün, Hıyde, Yemeni) Arap kültürünün etkisi görülse de kadın kıyafetleri büyük ölçüde gelenekselliğini korumuştur. Geleneksel kadın kıyafetleri Türkiye’deki üç etek tarzındadır (Fistan, Zıbın, Köynek, Alt Köynek, Önlük/Öncek, Don, Kuşak, Yağlık, Poşu, Çalma). Belirgin şekilde geleneksel kültürü yansıtan tozzak denilen gelin başı süslemeleri ve Çalma, Döşlük, Erbi gibi takılar dikkat çekmektedir. --Kökeni eski Türk inancına dayanan Al/Albasan, Kırk Basması, Kepçöken/Ebu Kâbus inançları yaygındır. --Halk hekimliği uygulamaları zayıflamış olsa da bazı hastalıkların tedavisinde bitkilerden yararlanılmaktadır. Ayrıca Bozgeyikli Dede soyundan gelenler ocaklı kabul edilmekte ve bunlar sağaltıcı olarak geleneği sürdürmektedirler. --Özgün mimari örneklerine sadece Halep köylerinde rastlanmaktadır. Buralarda genellikle avlu içinde bağımsız odalardan oluşan kerpiç evlerde yaşamaktadırlar. Evlenen erkek çocuklar için avlu içinde yeni odalar eklenebilmektedir. İmkanı olanların misafirler ve çeşitli toplantılar için odalar inşa ettikleri görülmektedir. --Halk Mutfağı kısmen gelenekselliğini korumuştur. Bulgur pilavı üzerine haşlanmış et ile hazırlanan yemek, yerel söyleyişiyle etden aş, düğün törenlerinin vazgeçilmezidir. Eski bir gelenek olan ağır misafire veya en yaşlı kişiye kurbanın pişirilmiş başı ile sunulması geleneği devam etmektedir. --Halep Türklerinde mevsim adları bitkilerin durumuna göre adlandırılmıştır. Güz için ince çayır; kış için kış, karakış ve zemheri; bahar için çayır; yaz içinse yolma tabirini kullanmaktadırlar. GÖÇ… SURİYE TÜRKMENLERİ..SURİYE DE TÜRK TÜRKİYE DE SURİYELİ OLMAK 2011 yılından bu yana Suriye’de yaşanan iç savaş, ülke insanlarının çoğunu iç veya dış göçe zorlamıştır. Türkiye dış göçten en fazla etkilenen ülke durumundadır. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi verilerine göre bu savaşta; -22 milyonluk ülkenin yarıdan fazlası yer değiştirmiş, -6 milyon Suriyeli başka ülkelere göç etmiş, -500 bine yakın insan ölmüş, -1,5 milyon kişi ise sakat kalmıştır. -Ekim 2019 verilerine göre, Suriyelilerin göç ettiği ülkelerin başında 3 milyon 680 bin 603 kişi ile Türkiye gelmektedir. Suriye’de Türk, Türkiye’de Suriyeli Olmak Türkiye, Suriyeli sığınmacılarla gelen sorunları çözmek için çaba harcamaktadır. Bu sığınmacıların bir kısmı Türkmenlerdir. Türkiye’ye 300 bin civarında Türkmen’in geldiği tahmin edilmektedir (Gaziantep, Kilis, K.Maraş, Şanlıurfa, Malatya, Osmaniye, Hatay-Yayladağı, Adana, İstanbul, İzmir vb. yerlerde yaşamaktadırlar). Türkmenler, diğer sığınmacılardan farklı olarak, duygusal bir travma yaşamaktadırlar. Bu, Suriye’de Türk oldukları için dışlanan ve baskılanan kitlenin, anavatanları olarak gördükleri Türkiye’de Suriyeli (yahut Arap) olarak nitelendirilmelerinin yarattığı duygusal bir travmadır. Savaş öncesi durumları kısaca özetlediğimiz şekilde olan Suriye Türkmenlerinin günümüzdeki durumları ise bütün Suriyelilerinki gibi bir insanlık dramıdır. Savaş süresince yaşadıkları bölgelerde rejim yahut terör grupları tarafından, çoğunun planlı olduğunu düşündüğümüz, katliamlara maruz kalmışlardır. İmkân ve fırsat bulabilenler Türkiye başta olmak üzere Lübnan, Ürdün gibi ülkelere sığınmış, bulamayanlar ise ülke içindeki 300’den fazla kampta yaşam mücadelesi vermektedirler. Yüz yıllık bekleyişin ve özlemin karşılıksız olduğunu görmenin yattığı hayal kırıklığıdır bu ifade… İki dünya arasında kalanların hayal kırıklığıdır... 1918’de çizilen sınırla dil, kültür ve tarih birliği olan insanlar tel örgülerin ardında kalmıştır. Bunlar, aidiyet duydukları bayrağı yüz yıldır tellerin ardından görüp vatan hasreti çekenlerdir. Türkiye zaman içinde (o veya bu sebeple) geride kalanları unutmuş, bir Türkmen politikası ortaya koyamamıştır. Ancak geride kalanlar sabırla, inatla, Türklüğünü ve Türkiye’ye aidiyetini unutmamış; bu duyguyu yeni kuşaklara aktarmış, içten içe bir kimlik mücadelesi vermiştir. Sınır köylerinden birinde yaşayan ve ölümden kaçıp sınırı geçen bir Türkmen köylüsünün “Öyle sanıyordum ki, sınırı geçtiğimde beni Türk bayrağı ile karşılayacaklar” şeklindeki durumu özetleyen çarpıcı sözlerinin benzerini pek çok Türkmen’den duymak mümkündür. Sınır geçişlerinin zorlaştığı bir dönemde Suriye Türkmenlerinin milli şairi Ali Molla Musa da benzer duyguları Al Bayrak şiirinde şöyle ifade edecektir: Doksan yıldır bu millet hasretin çekmiş, Cümlesinin ecdadı yoluna kanını dökmüş, Ayrılmış senden daim boynunu bükmüş, Bize de gölgende bir yer ayır Al Bayrak… Anavatan Türkiye ile dil, kültür ve tarih birliği olan, Çanakkale’de şehitler veren, çizilen sınırları anlamsız bulan Suriye Türkmenleri, Türkiye tarafındaki soydaşlarının da kendileri gibi hissettiklerini hayal ediyorlardı. Ancak Türkiye’de yaşayanların büyük çoğunluğu geride kalan kardeşlerini çoktan unutmuştu… Bu duygularla Türkiye’ye gelen Suriye vatandaşı Türkmenler, bekledikleri gibi karşılanmadılar. Nihayetinde “Suriye’de Türk, Türkiye’de Suriyeli olmak” yahut “iki dünya arasında kalmak” gibi çarpıcı sözlerle kendilerini ifade etmeye başladılar. Çünkü Suriye’de yaşarken Türk oldukları için dışlanan Türkmenler, Türkiye’ye geldikten sonra bütün Suriyeliler gibi algılandılar. Onları bu düşünceye sevk eden hususlardaki tespitlerimiz şunlardır: Sokakta kendilerine Suriyeli yahut Arap denmesi; mülteci, sığınmacı, göçmen, yahut misafir olarak adlandırmaları: Türkmenler kendilerini Türkiye’nin bir parçası, asli bir unsuru olarak görmektedirler. Bu sebeple Suriye’den göçle gelen bütün kitleyle aynı şekilde değerlendirilmek istememektedirler. Gündelik hayatta kendilerine Suriyeli denmesi, iş yahut ev ararken kendilerine bu gözle bakılması Türkmenlere ötekileştirilme duygusu yaşatmaktadır. Yine resmî işlemlerde yaşanan aksaklıklar yahut gecikmeler de bu duyguyu tetiklemektedir. Hem Suriye’de hem de Türkiye’de kendini öteki hissetmesine sebep olan algıyı ifade eden başka bir örnek: Süriye’deken Araplar bize diyidiler ki, “Bizim memleketimiz Arap dilini konuşiy, siz niye Türkiye’ye gitmiysiz?” Şindik burıya geldik, bize Arap deyiler. Dedim, “Siz ne yapiysiz? Biz Süriyeliyik, amma Türkmenik biz, Türkük biz. İki dünya arasında galdık. Orda bize Türkler diydiler, burda da siz bize Arap diysiz.” Türkmenlere vatandaşlık verilmiyor algısı: Resmi rakamlara bu güne kadar Türk vatandaşlığı verilen Suriyeli sayısı 92 bin 280 kişidir. Türkmenlerin büyük çoğunluğu vatandaşlık için başvuru yapmış, bunlardan çok azı vatandaşlık alabilmiştir. Türkmenler başvuru sürecinin uzaması ve sonuçlanmaması sebebiyle alınganlık göstermektedir. Başvuruda bulunanlar, yanlış çizilen sınırların kurbanı oldukları düşüncesiyle vatandaşlığın kendileri için doğal bir hak olduğunu kabul etmektedirler. Ayrıca diğer Suriyelilere verilmiş vatandaşlık örneklerini gördükleri için kendilerine vatandaşlık verilmediği veya zorlaştırıldığı gibi bir algı içindedirler. Vatandaşlık alan Türkmenlerin bazıları ise toplumun hâlâ kendilerini Arap olarak görmelerinden dert yanmaktadır. Bir Türkmen’in bu konudaki düşüncesi şöyledir: “Bene vatandaşlık ister versinler, ister vermesinler. “Benim içim dışım Türk, ben kimlikden Türk olucusam istemiyom o Türklüğü…” Vatandaşlık verilmemesi bir sorun olmakla birlikte asıl mesele Türkmenlerin Türkiye’nin bir parçası olduklarının toplum tarafından yeterince kabul görmemesidir.
Türkmenlere yeterince yardım yapılmadığı algısı: Türkmenlerin öteki hissetmelerine sebep olan bir başka konu da dağıtılan yardımlardan yeterince yahut adil şekilde faydalanmadıklarını düşünmeleridir. Görüştüğümüz Türkmenlerin tamamı, “Allah Türkiye’den razı olsun, başımızdan eksik etmesin; bize yer gösterdi, canımızı kurtardı” diyerek söze başlasalar da içlerinden bazıları nakdi yahut erzak yardımlarının ya hiç yapılmadığı ya da az yapıldığı ifade etmektedirler. Özellikle yüksek öğretimde, Türkmenlerden çok az sayıda öğrenciye burs bağlandığını, diğer göçmenlerden ise daha fazla kişiye burs verildiğini dile getirmektedirler. Vatandaşlık ve yardımlarla ilgili algıların oransal farklılıktan kaynaklandığını düşünmekteyiz. Bildiğimiz kadarıyla Devlet bu hususlarda etnik aidiyeti dikkate almamaktadır.
Son Söz… Anavatandan kopmuş Suriye Türklüğü 2011 yılına kadar zor şartlara rağmen dil ve kültürlerini büyük ölçüde koruyabilmişlerdir. Yüz yıldır unutulmuş Türkmenler, savaşın olumsuzlukları içinde kısmen de olsa duyulur, bilinir hale gelmişlerdir. Türkmenlerin Türkiye Cumhuriyeti ve halkından beklentileri ve duyguları diğer sığınmacılara göre doğal olarak daha farklıdır. Suriye’de yaşadıkları baskılar ve dışlanmışlık, yıllardır Türkiye’ye duyulan özlem ve etnik aidiyet ortaklığı bu farklı beklenti ve duyguların ana sebebidir. Tarihsel coğrafyanın bir sonucu olan bu durum, Suriyeli Türkmenler açısından bir takım hayal kırıklığına neden olsa da Türkiye açısından olumlu sayılabilecek ayrıntıları beraberinde getirmiştir. Örneğin dış göç olgusunda ev sahibi ülkeler için önemli bir husus olan uyum yahut kültürel adaptasyon Türkmenlerde daha hızlı ve kolay olmuştur. Türkmenler sadece daha kolay adapte olmamış, aynı zamanda diğer gruplarla iletişim kurmada da etkin rol üstlenmişlerdir. (Prof.Dr.Mehmet Erol-Gaziantep Üniversitesi) KAYANAK |
BLOG