BAYIR-BUCAK TÜRKMEN ÂŞIKLARINDAN ALİ MOLLA MUSA BAYIR-BUCAK TÜRKMEN ÂŞIKLARINDAN ALİ MOLLA MUSA Hüseyin Kürşat TÜRKAN* Ayşe ÇELİK KAN**
Özet Bayır-Bucak Suriye topraklarında Türkmenlerin çoğunlukta olduğu, Türkiye ile sınırını Türkmen Dağı denilen dağın çizdiği bir beldedir. Suriye’de çıkan savaş sonucu topraklarını terk etmek zorunda bırakılan Türkmen soydaşlarımız Türkiye’de onlara özel kurulan Hatay/Yayladağı Türkmen kampına yerleştirilirler. Çoğu arkasında kardeşini, babasını, evladını bırakarak Türkiye’ye gelmiştir. Geride kalıp eli silah tutan her vatanperver Türkmen vatandaşı, vatanım dediği Bayır-Bucak’ı korumak, onun için savaşmak bir karış toprağı ölene dek düşmana teslim etmemek için canlarını ortaya koymaktadırlar. Bu duygu onların bizzat Türk olmasıyla ilgili ve ilişkilidir. Ana yurdundan nesillerdir çeşitli nedenlerle sürgüne maruz kalan Türkler, Orta Asya’dan Anadolu’ya dek kendilerine vatan olabilecek toprakları aramış, buldukları yerleri de kendilerine yurt edinmiş ve canlarından aziz bilip namus olarak gördükleri bu toprak parçalarını canları pahasına savunmuşlardır. Bayır-Bucak Türkmenleri de yurt bildikleri topraklarından göçmek zorunda bırakılmışlardır. Türkiye, onlar için ne kadar ikinci bir anayurt olsa da onlar, kendi topraklarını özlemekten geri kalamamışlardır. Her devirde olduğu gibi günümüzde de bu özlemi saza söze dökmeyi uygun bulan âşıklar yetişmiştir. Âşıklık geleneğinde halkın derdi de sevinci de âşığın olmuş, âşık bir nev’i halkın duygularına tercüman olmuştur. Tarihî seyir içerisinde Bayır-Bucak’ta yetişen halk şairleri içerisinde Bayır’ın Gebere Köyü’nün yetiştirdiği ve diğer köylerdeki * Dr. Öğr. Üyesi, Mustafa Kemal Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, khturkan@gmail.com **Yüksek Lisans Öğrencisi, Mustafa Kemal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı (Halk Bilimi) Tezli Yüksek Lisans, temsilciler tarafından da bilinen ve sevilen Âşık Ali Molla Musa yer almaktadır. İlgili çalışmada Bayır-Bucak ile ilgili genel bilgiler verildikten sonra çalışma, özellikle Âşık Ali Molla Musa’nın şiirlerinin muhteva yapısına yönelik olacaktır. Giriş Bugün Suriye adıyla anılan ülkede yaklaşık 3,5 milyon Türk (Türkmen) yaşadığı tahmin edilmektedir. Aslında Dağıstanlı, Çerkez, Karaçay gibi akraba topluluklar ve diğer Türk boyları ile birlikte yaklaşık 8 milyon soydaşımızın yaşadığı bir coğrafyadır. Bu insanlar, bu coğrafyada, en az bin yıldan bu yana, kendi devletlerini kurarak, egemen, hür ve efendi olarak ve yaşadıkları toprakları vatan bilerek yaşamaktadırlar. Bu durum tüm Ortadoğu’da; Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, Lübnan’da bir tarihi gerçektir. Yine bir gerçek var ki bugün, bu insanlar ıstırap içinde ve yoğun bir Arap kültürü asimilasyonunun acımasızlığı altında yaşamaktadırlar. Suriye Türkleri bugün rejimin vahşi saldırıları karşısında müdafaasız ve çaresiz kalmış, birçoğu yurdunu, köyünü terk etmiş, yaklaşık 10.000 Türkmen hayatını kaybetmiş, on binlerce insan ise yaralanmıştır. Üç yüz bin civarında Türkmen ise başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelere sığınmıştır (http://suriyeturkmenmeclisi.org/tr/6-suriye-ve-tuerkmen-gercegi). Bayır ve Bucak Suriye’nin Lazkiye şehrine bağlı beldelerdir. Bu beldelerde çoğunluğu Türkmenlerden oluşan halkın, temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Halk kültürel olarak Türkiye’den kopuk değil aksine gelenek ve göreneklerine çok bağlıdırlar. Türkmen Dağı Türkiye ile Bayır-Bucak’ı ayıran ve sınırı çizen bir konumdadır. Bu dağdan Türkiye hasretini gidermeye çalışan Türkmenler Hatay Yayladağı ilçesini görerek bu özlemlerini dindirmeye çalışmaktadırlar. Suriye savaşında yurtlarından ayrılan Türkmenler Hatay Yayladağı ilçesinde bulunan YİBO Kampında barınmaya başlamışlardır. Yayladağı kampına yerleştikten sonra her gün kendi evini barkını özleyen Türkmenler bu dertlerini anlatmak için saza ve söze sarılmışlardır (KK2). Türkmenlerde âşıklık geleneğini temsil eden âşıklar Yasin Şiho, Muhammet Omar, Yasin Özbayır, Muhammet Ömer Kabakçı, Nizar Ablak gibi âşıkların şiirleri İsmet Bozoğlan (2017)’ın “Dünden Bugüne Suriye Türkmenleri I, Bayır-Bucak Türkmenleri” adlı yöreyi anlatan tek kitabında verilmiştir. A. Tarihsel Süreçte Bayır-Bucak Türkmenleri En eski topluluklardan biri olan Türkler, aşağı yukarı dört bin yıllık mazileri boyunca Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarına yayılmış büyük bir millettir. Orta Asya’daki anayurttan etrafa yaptıkları sürekli göç hareketleri Türklerin dünyanın birçok yerinde bulunmalarının hâkim millet olmalarının söz sahibi olmalarının ve Türk kültürünü o bölgelere taşımalarının önünü açmıştır (Kafesoğlu, 2005: 41). Tarih içerisinde Suriye’ye gerçekleşen Türk göçlerini incelediğimiz zaman göçlerin çok çeşitli zamanlarda birbirinden farklı sebeplerle gerçekleşmiş olduğunu görmekteyiz. Suriye Türklerinin bugünkü durumlarına bakıldığı zaman Suriye Türkleri dillerini ve benliklerini koruma ve farkındalık yönünden çeşitlilik arz etmektedir. Suriye’ye yerleşmiş olan Türkler bölgeye farklı zaman ve nedenlerle yerleşmiş olan Kıpçak Türkleri ve Oğuz Türkleridir. Tarihçilerin hemen hepsi Küçük Asya’ya Selçuklular ile birlikte gelen Türklerin Dokuz Oğuz olduklarını dile getirmektedir. Türkmenlik yerleşik hayatta yaşayan Sasanilerin İslamiyet’i kabul eden Oğuzlara taktıkları bir ad (Güvenç, 1993: 103) olma ihtimali çok yüksektir. Suriye’de ilk Türkmen yerleşmesinin daha çok Halep ve Lazkiye şehirleri ile bunların kuzeyindeki bölgede olduğunu görmekteyiz (Sevim, 1969: 563- 569). Ayrıca Şam, Humus, Tartus, Rakka’da; Güney Suriye’de Suveyda, Kuneytra’da Daraa ve Nava bölgesi de dâhil olmak üzere diğer bölgelerde de çok sayıda bir Türk nüfusu vardır. 1063 yılında Türkmenler’in Suriye’yi fethinden itibaren, 1918 yılında Osmanlı-Türk kuvvetlerinin Halep’in kuzeyine çekilişlerine kadar; 900 yıla yakın bir müddet Suriye, Bayır-Bucak Türkmen Âşıklarından Ali Molla Musa Türk hâkimiyetinde kalmıştır. (Kafalı, 1973: 32-33). Fransa, Suriye’yi tamamen kontrol altına aldıktan sonra 1 Eylül 1920’de, 1916 tarihli Sykes- Picot Antlaşması gereği oluşturulması düşünülen doğu-batı bölgeleri yerine daha küçük dört ayrı yönetim birimi kurmayı uygun görmüştür. Şam, Halep, Alevi ve Büyük Lübnan adı verilen bu bölgelerle beraber İskenderun sancağı idari özerkliğini koruyarak Halep bölgesine bağlanmıştır. Ancak İskenderun Sancağı, Cisr eş-Şuğur ve Ordu (Yayladağı) kazalarının güneyindeki Bayır-Bucak, Cebel al-Akra nahiyelerinin bağlanması ile genişlemiştir. Bu sayede Türk nüfus, toplam nüfusun içerisinde eritilmiştir (Bozoğlan, 2017: 23). BayırBucak Türkmen Bölgesi Suriye’nin Lazkiye şehrinde yer almakta ve Hatay ili Yayladağı ilçesi sınırına güneybatı uzantılı bir alanda bulunmaktadır. Bayır-Bucak Türkmen Bölgesi; Bayır, Bucak ve Kesep olmak üzere üç bölgeden oluşmaktadır. Bu bölgelerde yer alan köyler, bölgedeki diğer köylerden daha büyük ve gelişmiş olan nahiye olarak adlandırılan yerleşim merkezlerine bağlıdırlar. Bayır Bölgesi’ndeki nahiye Rabi’a, Bucak bölgesindeki nahiye Kestel Mua’f ve Kesep Bölgesi’ndeki nahiye, bölgeyle aynı isimdeki Kesep nahiyesidir. Bölgelerdeki tüm resmî işlemler adı geçen nahiyelerden yapılmaktadır. Bucak bölgesi, Lazkiye şehrinin Akdeniz civarında yer alan bölgesidir. Bölgenin Türkiye ile bir sınırı bulunmamaktadır. Bölgede yer alan yerleşim yerleri Türkmenlerden ve rejim taraftarı Alevilerden oluşmaktadır. Bölge 2011 öncesinde çok sakin bir yer olup Suriyelilerin tatil için geldikleri bir turizm şehri konumunda yer almaktadır. Maddi durumu iyi olan Suriyelilerin birçoğunun bölgede yazlık evleri bulunmaktadır. Bölgede yer alan Türkmen ve Alevi köyleri karışık bir şekilde yer almaktadır. Türkmen köyleri ayrı bir yerde Alevi köyleri ayrı bir yerde değildir . Bölgede yer alan Alevi köylerinin sayısı Türkmen köylerinden daha azdır. Bayır Bölgesi tamamı Türkmen köylerinden oluşan bir bölgedir. Kesep, Bayır-Bucak Bölgesi içerisindeki en küçük bölgedir. Akdeniz’e ve Türkiye’ye sınırı olan bir yerdir. Tamamıyla bir turizm bölgesi olup Ermenilerin yaşadığı yerleşim yerlerinden oluşmaktadır. Bölgede Acısu (Nıbeal Mır), Nebain, Samra, Vadi Ezhar ve Kesep köyleri yer almaktadır. Kesep bir turizm bölgesi olduğu için diğer şehirlerde yaşayan Suriyelilerin yazlık evlerinin bulunduğu bir yerdir (KK1). B. Âşıklık Geleneğine Dair Âşık edebiyatı, bu geleneğin vefakâr temsilcileri âşıklar tarafından XV. yüzyılın sonlarından günümüze kadar zenginleştirilerek getirilmiş, millî kültürümüzün ve güzel Türkçemizin tüm zenginliklerini içinde bulunduran önemli bir kültürel etkinliğimizdir. Kadim milletler içinde çok köklü bir tarih ve medeniyete sahip olan Türk milleti, evrensel medeniyete de çok büyük katkılar sağlamış olan, kültürünü çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırabilen nadir milletlerden birisidir. Bu sebeple, güzel sanatlardan hangisi söz konusu olursa olsun, onların evrensel ve genel geçer oluşum şartları, her zaman Türk kültürü için de geçerli olmuştur. Bu kültürel oluşum, hem kendine özgü hem de evrensel şartlara uygun bir gelişme göstermiştir. Âşıklık geleneği ve Türk halk şiirinin doğuşu ve gelişiminde de aynı özellikleri görmek mümkündür. Türkler dünya coğrafyası üzerinde sık sık yurt değiştirerek çok geniş bir alana yayılmışlardır. Birçok kültür ve dinin etkisi altında kalarak farklı uygarlıklar yaşamışlardır. Bunun sonucunda Orta Asya’dan günümüze değişen ve gelişen geleneğe bağlı bir edebiyatımız olmuştur (Günay, 1992: 3). Anadolu’da âşık adına, 13. yüzyıldan sonra rastlamaktayız. Türkçe ışık, Arapça seven ve gönül anlamına gelen “âşık” sözcüğü, önceleri İslâmî şiirler söyleyen şairler tarafından kullanılmaya başlanmış, daha sonra saz şairlerinin hepsi “âşık” adını almışlardır. Veled Çelebi, “ışk” ve “âşık” sözcüklerinin Türkçe ışık sözcüğünden geldiği kanısındadır (Dizdaroğlu, 1969: 18). Âşıklık geleneği Türk kültüründe önemli bir yer tutmaktadır. Âşık, bulunduğu ortamın sözcüsüdür. Âşıklık geleneği yüzyılların deneyimlerinden süzülerek biçimlenmiş belirli kuralları olan şiirin kalıcı ve etkileyici özelliğinden kuşaktan kuşağa aktarılan bir değerler bütünüdür. Âşık Edebiyatı, sözlü gelenekte yaşatılan bütün ürünler ile beslenir. Âşık şiirinin özünde bağlı bulunduğu kültüre ait örnek değerler ve ahlak anlayışı yatar. Din, gelenek ve güncel yaşam âşık edebiyatını besleyen diğer kaynaklardır. Âşıklar, sazlı (telden), sazsız (dilden), doğaçlama yoluyla, kalemle (yazarak) veya birkaç özelliği birden taşıyan geleneğe bağlı olarak şiir söyleyenlere “âşık”, bu söyleme bicine “âşıklıkâşıklama”, âşıkları yönlendiren kurallar bütününe de “âşıklık geleneği” adını veriyorlar (Artun, 2008: 7). Âşık edebiyatının kökenlerini en eski halk şairleri olan Kam / Şamanlara kadar götürmek mümkündür. Kam, şaman, baksı, oyun, akın, ozan gibi adlar verilen gelenekli şiir temsilcileri, halk şairliği yanında, yüzyıllar boyunca toplumun değişen sosyal ihtiyaçlarına göre farklı işlevler de yüklenmişlerdir (Durbilmez 2008: 15). Âşık edebiyatı, ozan-baksı geleneğinin Anadolu’da yaşama biçiminin değişmesiyle ortadan kalkması üzerine 15.yüzyıldan sonra Anadolu’ da başlamıştır. 15.yüzyıldan sonra Anadolu’da ozan-baksı geleneğinin bir devamı olan âşık edebiyatı başlamış ozanın yerini âşık kopuzun yerini ise “bağlama, çöğür, cura, tambura, vb.” almıştır (Köprülü, 1989: 57). Âşıklık geleneği ve âşık edebiyatı bağımsız bir sosyokültürel bir kurum kimliği ile ortaya çıktığı 16.yüzyıldan günümüze kadar Türk kültür yaşamının içinde yer alan bütün ögeleri içine alan Türk kültürünün bütün katmanlarınca özümsenen bir kurum olmuştur. Türk sosyo-kültürel yapısı içinde oluşan serbest ve zorunlu kültür değişmeleri işlevsel yönden âşıklık geleneğine önemli bir kaynak olmuştur (Çobanoğlu,1999: 54). Milli öze bağlı epik şiir söyleyen ozan-baksılar, Bayır-Bucak Türkmen Âşıklarından Ali Molla Musa Anadolu’da yeni kültürel kimlikle yeniden şekillenen Türk edebiyatında yerini âşık tarzı şiirin âşıklarına bırakmışlardır (Eraslan,1994: 114). Âşık tarzı şiir geleneği, ata yurdu Türkistan’dan IV. yüzyıldan başlayan ve XIV. yüzyıla kadar fasılalarla devam eden göç macerasında Türk nüfuz ve nüfusunun bulunduğu yerlere taşınmıştır (Özarslan, 2001: 55). Bu yerlerden biri de Bayır Bucak’tır. Bayır- Bucak bölgesi âşık tarzı şiir geleneğini aktif olarak hem saz şairi hem de halk şairi olarak sürdürmektedir. Bölgede tanınan âşıklar; Muhammet Omar, Yasin Özbayır, Muhammet Ömer Kabakçı, Yasin Şiho, Nizar Ablak, vd. Âşıklık geleneği içerisinde ilk temsilcilerinden başlayarak günümüze kadar pek çok âşık yetişmiştir. Bu âşıklar arasında saz çalıp irticalen şiir söyleyenlerin yanı sıra saz çalmayıp şiir söyleyenler de vardır. Özellikle son zamanlarda öğrendiği saz çalmayla irticalen şiir söyleyen âşıklarından biri de Bayır-Bucaklı Türkmen âşık, Ali Molla Musa’dır.
C. Âşık Ali Molla Musa 1. Hayatı Âşığın adı Ali Molla, soyadı Musa’dır. On bir kişiden oluşan bir ailenin ikinci çocuğudur. Soy isimleri, sülale dedelerinin Musa ismini kullanmalarına dayanmaktadır. Ali Molla Musa, 1970 yılında Kasım ayının yirmi ikisinde (Ramazanın ikinci günü) Türkmen dağı Bayır ile adlandırılan Gebelli beldesine tabi olan Gebere Köyü’nde dünyaya gelmiştir. Soy kütüğü, Konya Karaman’a dayanmaktadır. Âşığın babası Halil Molla Musa, annesi Güllü Karahasan’dır. Âşığın babası 1961’den beri iğneci olarak anılmaktadır. Âşık, eşi Fatma Bozoğlan ile 02.11.1995 tarihinde evlenmiştir. İki erkek çocuğa sahip olan âşığın büyük oğlu Isparta Süleyman Demirel Üniversitesinde öğrenim görmektedir. Küçük oğlu ise Yayladağı Türkmen kampında kurulan lisede son sınıf öğrencisidir. Ali Molla, ilkokul ve ortaokulu Gebelli beldesinde okumuş, liseyi şehre inerek devam ettirmeye çalışmıştır. Babasının ekonomik durumu yetersiz olduğu için liseyi bitiremeden bırakmak zorunda kalmıştır. Ailesine yardımcı olabilmek için askere gidene kadar çalışmıştır. Askerlik çağı gelen Âşık Ali Molla Musa, Dera ilinde iki buçuk yıl tank topçusu olarak vatan borcunu yerine getirir. Ali Molla Musa on dokuz yaşındayken, askerlik döneminde nişanlanır. Askerden dönünce yoklukla boğuşan âşık, ilk şiirini 1994 yılında kaleme alır. İlk şiirinin ismi “Yoksul İnsanın Sözleri” dir. Yoksulluk dolu günleri devam eden âşık, ailenin çalışan tek ferdidir. 1996’da devletin köylerde başlattığı bir proje kapsamında orman ve yangın söndürme (itfaiye) memuru olarak işe başlamıştır. İşe başladığında henüz yeni evli olan âşık, orta doğuda gelişen olaylar dolayısıyla olağanüstü hâl ilan edilince devlet yönetimi askerlik yapmış olan herkesi özellikle de tank şoförleri ve top atıcılarını göreve yeniden çağırmıştır. Âşık Ali Molla Musa’da tekrar askere döner ve verilen emiri yerine getirir. 2. Âşıklığı Ali Molla Musa, on bir on iki yaşlarında eşi Fatma hanıma sevdalanır. Yedi yıl boyunca bu sevda âşığın duygu dünyasını derinden etkiler ve şiir söylemeye başlar. Âşık, on dokuz yaşına geldiğinde tam manasıyla âşık olmuş ve âşıklık geleneğine uygun şiirler söylemeye başlamıştır. İlk şiirini 1994 yılında “Yoksul İnsanın Sözleri” ismiyle yazmıştır. Evlilikten hemen sonra “Âşıklık Hayatı Nerede Başladı ve Nasıl Kavuştu” adlı destanını yazmıştır. Âşıklık geleneğinde yüzyıllar boyu yaşatılan unsurların en önemlilerinden biri de usta-çırak ilişkisidir. Âşıklar, genellikle bir usta âşığın yanında onun çırağı olarak yetenekleri ölçüsünde olgunlaşırlar. Gelenek gereği icracılık ve âşığın şairlikteki ustalığı için üstat da denilen bir âşığın yanında ders almaları gerekmektedir. Genç âşığın ustasının yanında çok büyük bir sabır göstermesi gerekmektedir. Sabrın sonunda çırak, ustasının hayır duasını alarak tek başına halk önüne çıkma iznine kavuşur. Bu bağlamda kuşaktan kuşağa aktarımda önemli bir vazife gördüğü yadsınamaz bir gerçektir. Gel gelelim Âşık Ali Molla Musa’nın herhangi bir ustası olmamıştır, demek doğru bir ifade değildir. Karacaoğlan, Dadaloğlu, Âşık Reyhani, Yasin Şiho, Muhammet Ömer Kabakçı, vb. gibi âşıklardan etkilenmiştir. Özellikle Âşık Reyhani’nin onun sanatında büyük bir etkisi olduğu söylenebilir. “Âşıklar, düz konuşmayla bir şiir söylemeyi ‘dilden söylemek’, saz eşliğinde şiir söylemeyi de ‘telden söylemek’ şeklinde ifade etmiştir. Bununla âşığın şiirine eşlik eden sazın, şiirden ayrılmaz bir unsur olduğu anlaşılır. İlk âşıklar, çöğür adı verilen sazı çaldıklarından kendilerine ‘çöğürcü’ adı verdiği görülmektedir. Halk toplulukları karşısında saz eşliğinde şiir söyleyen âşıklar, hangi bir konuda topluluk önünde saz çalıp doğaçlama şiir söyleme özellikleriyle övünürler.” (Artun, 2014: 59-60). Âşıklık geleneğinde önemli bir unsur olan saz, âşık için ilhamı kamçılayan bir objedir. Âşık Ali Molla Musa, solak olduğu için kendisine uygun bir saz bulamamıştır. Bulduğunda da parası yetmediği için alamamıştır. Babasının ekonomik durumu da saz almaya elverişli olmadığı için âşık, saz çalamamaktadır. Âşıkla birebir görüşüldüğünde daha yeni saz aldığını ve yeni yeni çalmaya başladığını beyan etmiştir. Diğer taraftan Suriye de saz çalmak yerli halk tarafından garip karşılanmaktadır. Bunun sebebi sazın sadece gece kulüplerinde eğlence maksadıyla çalınmasından kaynaklanmaktadır (KK3). “İslamiyet’in kabulünden sonraki metinlerde, Türk şairlerinin şiirlerinde ad ve mahlas kullanma yaygın olarak görülür. Yusuf Has Hacip ve Edip Ahmet’le başlayan bu gelenek, Ahmet Yesevi ve Hakim Süleyman Ata ile devam eder; Ahmet Fakih ve Yunus Emre’ye kadar gelir. XIII. ve XIV. yy.’dan itibaren, divan ve halk şiirinde kendisini gösterir. Çağlar boyu sistemli bir şekilde gelişen bu gelenek, bugün yalnızca halk şiirinde yaşamaktadır.” (Gözler, 1986: 6). Âşıklık geleneğinde mahlas, önemli yere sahip olan kuraldır. Âşık Ali Molla Musa, mahlasını kendisi seçmiştir. Bu geleneğe bağlı kalan Âşık Ali Molla Musa, “Âşık Ali ve Molla Musa” mahlaslarını alıp kullanmıştır. 3. Ali Molla Musa’nın Şiirlerinde Muhteva Âşık Ali Molla Musa’nın 13 adet sekizli ve 23 adet on bir heceli şiiri mevcuttur. Geriye kalan şiirlerinden 7 adeti on ikili, 5 adet şiiri ise on üçlü hece ölçüsü ile yazılmıştır. Âşık şiirlerinde daha çok döner ayak kullanmıştır. Mahlas olarak “Âşık Ali” ve “Molla Musa” mahlaslarını kullanmıştır. Âşığın şiirlerinin dörtlük sayıları genelde “3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 11, 12, 13, 16, 18” olarak görülmektedir. Âşığın ulaşabildiğimiz 71 şiiri mevcuttur ve bu şiirlerine atışma, mektup, muammalar da dâhildir. Halk edebiyatında şiirler, içeriklerine, yönelişlerine, doğa ve toplum karşısında aldıkları tavırlara göre çeşitli bölümlerde incelenebilir. Halk edebiyatında aşk, doğa, din, toplum, rintlik, yiğitlik temaları işlenmiştir. Âşıklar, şiirlerinde çok çeşitli bireysel ve toplumsal konuları dile getirmişlerdir. Halk şiirinde konular, başkaldırı silahlı ayaklanmadan, felsefi düzlemde karşı çıkışa, belirli olumsuz tiplerin eleştirisinden doğa güçlerinden yakınmaya kadar geniş bir alanı kapsar. Halk her türlü duygu, düşünce, dilek, iş ve eylemlerini şiirlerle dile getirmiştir (Türkan, 2017: 26). Âşık Ali Molla Musa, şiirlerinde çeşitli konuları işlemiştir. Burada âşığın işlediği konular, muhteviyat açısından ele alınıp başlıklara ayrılarak yorumlanacaktır. Bu çalışmada şiirlerin tamamı değil belirli dörtlükleri seçilerek verilmiştir. Âşığın şiirlerinden bazı örnekler ise çalışmanın en sonunda bulunmaktadır. 3.1. Millî Duygular Türkler sadece üzerinde yaşadıkları kara parçasını yurt edinmemişlerdir. Onlar için vatan Adriyatik’ten Çin Seddine kadar olan coğrafyayı içine almaktadır. Bu düşüncede Kızılelma ve Turan ülküsüyle ilgilidir (Turan, 1996: 39). Buradan hareketle Türklerin sadece Türkiye Türklerinden ibaret olmadığı ve dünya coğrafyasının farklı noktalarına yayıldığı söylenilebilir. Suriye’nin Lazkiye yöresinde Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerden birisi de kuşkusuz Bayır-Bucak’tır. Söz konusu yer, Türk kültür ve töresinin temsil edildiği alanlardandır. Molla Musa, millî duyguları yoğun bir şekilde hissedip bunu şiirlerine yansıtmış birisidir. Onun şiirlerinde millet ve vatan, sadece kavram olarak değil; yaşayan ve yaşatılan duygular olarak da yer almıştır. Yüce Türk milletinin bir mensubu olmaktan yani Türk olmaktan gurur duyan âşık, birçok şiirinde bunu dile getirmiştir.
“Mekân tutamak burada Er meydanı var orada. Ana kuzuları yörede Dağlarımız bizi bekler” Hatay/Yayladağı kampına gelen âşık, vatanım dediği, doğup büyüdüğü, evlenip yuva kurduğu yerleri düşmana bırakmayı kendisine asla yediremez. Türkiye’yi çok sevmesine rağmen vatan özlemini iliklerine kadar hisseden âşık, namusu olarak gördüğü ata toprağını savunmak için birçok kez cephede kanı pahasına bulunmuştur. Vatan hasretinin köpüren duygularını “Bizi Bekler” şiiriyle dile getirmiştir. “Hele bir kahraman anlatam size Ah, sizler de dargın olmayın bizlere Ahmet Mısri derler görünür göze Nur gibi parlıyor onun yüzleri. Altmışından bitmiş yetmişe girmiş Allah yoluna dört şehit vermiş Bayır Bucak’ı ne kadar severmiş Ah, onun için yanmıştır özleri.”
Ahmet Mısri, Gebelli Köyü’nden 65-70 yaşlarında birisidir. Oğlu, torunu, ağabeyinin oğlu, kız kardeşinin oğlu dâhil olmak üzere hepsini savaşta şehit vermiştir. Şehit düşen akrabalarının çocuklarını tek bir çadıra toplayan Ahmet Mısri, bütün torunlarına ve sülalesine kol kanat geren bir lider olmuştur. Bu durumu bilen ve şahit olan âşık da göğsü iman dolu vatan evladı Ahmet Mısri’ye ithafen “Ahmet Mısriy’e Öğüt” isimli şiirini yazmıştır. “Kimse rengin soldururum sanmasın Şehidimin kanı sende al bayrak Dalgaların rüzgârlardan sanmasın Tüm Türklüğün canı sende al bayrak Seni methetmeye yetmiyor sözler Yıldızın hilalin sırların gizler Ayrı düşen Türkler yolların gözler O Türklüğün canı sende al bayrak İslamiyet sana açmış kucağı Sensiz tütmez mazlumların ocağı Sende özlemişsin Bayır Bucağı Bayır Bucak şanı sende al bayrak”
Âşık Ali Molla, yukarıdaki mısralarda Türk milletinin kanı ile oluşturduğu al yıldızlı al bayrağı kendi bayrağı bilmiş, onun gölgesinde toplanma bilincinde olan bir âşıktır. Çeşitli nedenlerle dünya coğrafyasının farklı noktalarına yolları düşen Türk milletini tek bir çatı altında birleştirme umuduyla bayrağa seslenen âşık, İslamiyet’in yayılmasında, mazlumlara kol kanat germesinde de bayrağa sembolik anlamlar yüklediği görülmektedir. “Türklük şanımızdır İslam dinimiz Vatan için helal olsun kanımız Torunlara kalsın şanımız Tekbiri tevhidi çatalım gençler. Bayır Bucak gençler bizim sılamız Geçilmez ikinci Çanakkale´miz Bölünürsek artar bizim belamız Düşmanı denize yitelim gençler. Moskofa Mecus’a bir ders verelim Ecdadın yolunda bizde duralım İslam âlemine kanat gerelim Hak yoluna canı satalım gençler.”
Türk tarihinin ince detaylarını bilen Ali Molla, tarihe karşı olan sevgi ve hassasiyetini her defasında büyük bir onurla dile getirmekten geri durmamıştır. Türk tarihine karşı olan bağlılığını sadece şahsiyetlere değinerek değil “Çanakkale Savaşı, İzmir’in Kurtuluşu, Rus Savaşları” gibi olaylara değinerek de vurgulamıştır. “Elde fırsat dilde ruhsat var iken Gelin Türkmen eli birlik olalım Hayatımız çadırda dar iken Gelin Türkmen eli birlik olalım Bizi bölüklemek isteyenler çok Neden hiç bir yerde mekânımız yok Boş sözlere zaten karnımız tok Gelin Türkmen eli birlik olalım.”
Orta Asya’dan kitleler hâlinde değişik coğrafyalara dağılan Türkler, konargöçer hayatı uzun zaman devam ettirmişlerdir. Yerleşik hayata geçtikten sonra da birlik ve beraberliklerini her duruma karşı korumayı bilmişlerdir. Âşık Ali Molla, verilen dörtlüklerde bu tarihi gelişime atıfta bulunarak çadır hayatına ve konargöçerliğe değinmiştir. “Ay yıldızlı bayrağa biz de bakalım Secde mührünü alnımıza takalım Tek vatan tek bayrak gölgesinde kalalım Gelin Türkmen eli birlik olalım. Atamız Osmanlı Ecdadımız Selçuklu Dönelim vatana elimiz Sancaklı Bizi gören desin Bayır Bucaklı Gelin Türkmen eli birlik olalım.”
Âşık, tek bayrak altında toplanarak tek vatan, tek millet mücadelesi için birlik olmanın üzerinde durmuştur. “Selçuklu ve Osmanlı” devletlerini örnek gösteren âşık, aslını neslini unutmayan bir milletin neslinin ne yaptığına bakarak birlikte güçlü olunduğunun bilincini aşılamaya çalışmıştır. Bayır-Bucak’ı düşmandan temizleyebilmek içinde böyle bir bilince ihtiyaç duyulmaktadır. 3.2. Dinî Duygular İslâm, sanat ve edebiyat açısından bakıldığında, bir medeniyetin adıdır. Bu medeniyet, her hususta olduğu gibi zevk ve edebiyat hususunda da farklı dilleri konuşan, farklı edebiyatlara sahip olan Müslüman milletleri etkisi altına almıştır (Yılmaz, 2017: 17). Âşık edebiyatında da bu etki hissedilmektedir. Yaradan’ı sevmek insanı sevmenin en başında gelmesi sebebiyle Yunus Emre’nin “yaradılanı sev yaradandan ötürü” sözüyle pekiştirilebilinir. Her şeyde Allah’ın tecelli etmesi bilen ve gören âşık için şiirlerinde işlemesi kaçınılmaz bir konu olmuştur (Türkan, 2017: 228). “Hiçbir ağaç koku vermez Ucunda bir gül olmasa Bülbüller orda durmaz Başında bir dal olmasa Bin çiçek dolansa arı Petek rengi olsa sarı Kovanın olmaz değeri İçindeki bal olmasa”
Verilen şiirde âşık, Yunus Emre’nin; “Yaratılanı severim yaratandan ötürü” deyişini mısralarına aksettirmiştir. Ağacın, gülün, bülbülün, arının bir vesileyle yaratıldığı ve bunların tek başlarına bir anlamlarının olmadığı üzerinde durulan satırlarda Yüce Allah’ın hikmetinin ne kadar engin olduğu anlatılmıştır. “Kalbimi nurlandır hakkı göreyim Neredeyse ben de orada durayım Yoluna bu tatlı canı vereyim Hak yoluna giden ize kavuştur.” Molla Musa “Dilek” adlı şirinde bu dünyada haramdan sakınıp İslam’ın gereklerini yerine getirerek öteki dünyaya hazırlık yapmaktan bahsetmiştir. Bu hazırlıkta bir arayışta söz konusudur. Kendini Hak yoluna adamış bir iz bulup ona bağlanıp o yolda can vererek Hakkı görme arzusu taşımaktadır. “Ne dağ ne tepe aşardı Sanma küheylan koşardı Köroğlu’n sırtından düşerdi Ayağında nal olmasa Mecnun çölde dolanmazdı Ferhat kayalar delmezdi Kerem Aslı’sız kalmazdı Arada kara çal olmasa”
Molla Musa, söz konusu mısraları beşerî anlamlarının dışında tasavvufî bakış açısıyla yorumlanınca anlam kazanacak şekilde yazmıştır. Dikkat çeken bir diğer nokta ise “Köroğlu, Mecnun, Ferhat, Kerem, Aslı” gibi Türk halk edebiyatı anlatı kahramanlarını beşeri aşkın dışında ilahî aşk kapsamında ele almış olmasıdır. Bu durum da âşığın Türk halk edebiyatı kültürüne ne kadar hâkim olduğunu ortaya çıkarmaktadır. “İman ehli derler bize Hakka bağlı özümüz var Tarihi getirin göze Zafer dolu mazimiz var Sayısız şehit gazimiz Yüreklerde var sızımız Hakk’a bükmüşüz dizimiz Secde gören yüzümüz var”
Âşık Ali Molla Musa, Allah’a inanmış onun peygamberine iman etmiş biri olarak bu duygularını mısralara dökmüştür. İslam’da savaş esnasında ölenlere şehit, kalanlara gazi denilir. Suriye savaşında kendi topraklarını koruyan Türkmenler, sayısız şehit vermiş; yüzlerce kadın dul, binlerce çocuk yetim ve öksüz kalmıştır. Ali Molla’nın ilgili dörtlüklerinde halkının yaşadığı bu durumun çözümü için Hakk’a yönelip kurtuluşu da Hakk’tan dilediği görülmektedir. “Kullara yok hesabımız Hak kelamın kitabımız İnsanlığa hitabımız Söylenecek sözümüz var”
Molla Musa, söz konusu dörtlüğünde ise 17. yüzyılda yaşamış Bağdatlı AleviBektaşi halk ozanı Kul Nesimi’nin; “Rızkımı veren Huda’dır kula minnet eylemem” mısraıyla aynı anlama gelen bir duygu birlikteliği yaşadığı görülmektedir. Âşık, dörtlükte kulun kula vereceği hesabın bir öneminin olmadığını asıl hesabın yüce yardana verileceğini ifade ettiği görülmektedir. 3.3. Sosyal Eleştiri Âşıklar, halka yararlı olacak pek çok öğüt şiirini, atasözlerindeki edayla yazmışlardır. Vefa, yiğitlik, tok gözlülük, cömertlik gibi yüksek ahlâkî değerleri telkin ederler. Halk, âşıkları Allah’a yakın sayıp sözlerinde keramet arar. Âşık, bazen halkın öncüsü bazen de savunucusudur. Âşık, halkın uğradığı her türlü haksızlığı, zulmü, yoksulluk, kıtlık ve hastalıktan duyduğu acıları ve şikâyetlerini şiirlerine yansıtır. Bunlar bir tür kamuoyunun görüşlerinin yansıtılmasıdır. Âşık, kâmil ve olgun kişidir. Kendi değer hükümleriyle yaşar. Mal, şöhret ve makamı önemsemez (Artun, 2014: 79). Âşık Molla Musa da toplumda gördüğü eksiklikleri ve kültürel yozlaşmayı dile getirmiştir. Bir halk ozanı olarak gördüğü aksaklıkları işlemesi, onun duyarlı bir kişiliğe sahip olduğunu göstermektedir. Türkmen bir âşık olan Ali Molla, Türkiye’nin gündemiyle yakından ilgilenmiş Türk anayasasının değişimi için halk oylamasına gidilmesiyle ilgili düşüncelerini şöyle dile getirmiştir: “Bir sorum var sana şanlı al bayrak Eğer dile gelseydin sen ne derdin Bizi senden kimler eyledi yırak Gözyaşıyla yattığını gördüm Benim hakkım olsaydı evet derdim Açma yaramı âşık Allah aşkına Yüz yıldır döndüm deli şaşkına Taşıdılar beni Çankaya Köşküne Orada turanın bittiğini gördüm Eğer dile gelseydim evet derdim” Altı yüz yılda otuz altı paşa Hâkim idim üç kıtaya toprağa taşa Ne zaman ırkçılar gelince başa Devlet-i aliyenin bittiğini gördüm Eğer dile gelseydim evet derdim”
Âşık Ali Molla Musa, söz konusu mısralarda 2017 yılında Türk halkının referanduma gitmesinde oy haklarının olması durumunda vatan ve milletin selameti için kendisi gibi bütün Bayır-Bucaklı Türkmenlerin de “evet” görüşünde olduğunu dile getirmektedir. “Türk, Kürt, Alevi, Laz deyip böldüler Birde sağ sol kavgasıyla güldüler Bayır-Bucak Türkmen Âşıklarından Ali Molla Musa Başka türlü gitmez bunu bildiler Lozan’ın bizleri güttüğünü gördüm Eğer dile gelseydim evet derdim Siyonizm komünizm koymuş kuralı Hayır diyene veriyor doları Kimin elinde bunların yuları Bunun Türk’e Kürdün çattığını gördüm Eğer dile gelseydim evet derdim”
Âşık, tek toprakta dil, din, ırk ayrımı yapmadan yaşayan “Türk, Arap, Kürt, Alevi, Laz” halklarının kargaşa yaşamadan ortak vatan kavramı etrafında birleşmelerinden duyduğu gururu söz konusu dörtlüklerinde dile getirmiştir. Bu birlikteliği bozmaya çalışan dış güçlerin yanında iç güçlerin de rolünün olduğu kanısındadır. Dış güçlerinde etkisiyle bilhassa yemek yediği kaba bile pislemeye çalışan vatan hainlerine karşı duyarlı her yurttaş gibi kin ve öfke duymaktadır. Âşık, aynı topraklarda doğup büyüyen bu halkı birbirine kırdırmaya çalışanlara karşı tüm milleti uyanık olmaya çağırmaktadır. “Parti tabur liste liste Plan kalmadı ibliste Oturduğum her mecliste Çeşit çeşit yalan gördüm”
İnsan yaradılışı itibariyle gizemlidir. Bu gizemin içerisinde birçok şeyin yanında yalan söyleme hastalığını da barındırır. Bu hastalık insanların her daim gördüklerini, duyduklarını, imrendiklerini bire bin katarak anlatmak ya da olmamış bir şeyi olmuş gibi gösterme hastalığıdır. Âşık, bu durumu dörtlüğünde beyan etmiştir. 3.4. Güncel Konular Âşık edebiyatının en güzel özelliklerinden biri, halkın içinden çıkan ozanların halkın tercümanı olmasıdır. Toplumun aynası konumunda olan âşık, halkının sevincini, üzüntüsünü, gamını, kederini, düğününü, cenazesini vb. şiirlerine konu edinir. Böylelikle bizler âşıklar vasıtasıyla o toplumun ne yaşadığıyla alakadar olabiliriz. Tüm bunların farkında olan Ali Molla, kendi memleketindeki savaşın yanı sıra Türkiye’deki olayları da yakından takip etmiştir. Türkmenlerin bizimle aynı duyguları paylaştığını ifade eden âşık, 15 Temmuz hain darbe kalkışmasında da Türk halkının yanında olmuş desteklerini bir an bile olsun esirgememişlerdir. “Türk’e karşı oynandı bir büyük oyun Sandılar ki kurtlar olmuşlar koyun Zalim kâfirlere eğmedi boyun Türk milleti 15 Temmuz gecesi Şehit kanıyla yoğrulmuş toprağı taşı Eğeriz dediler Türk denen başı Tekbir sesi ile titrettiler arşı Türk milleti 15 Temmuz gecesi”
Âşık, ilgili dörtlüklerinde şehit kanıyla yoğrulmuş bu toprakların kâfirlerin kirli oyunlarına sahne olamayacak kadar temiz olduğunu ve asırlardır hür yaşamış Türk milletine her ne olursa olsun zincir vurmaya çalışanların hazin sonunu dile getirmiştir. Yani Molla Musa da “Türk’e kefen biçenin ölümünün de korkunç” olacağı hissiyatında olan bir Türkmen âşıktır. “Dinleyin Türkler Türkmen’in hâlini Ayrılık bükmüş onların belini İhtiyarı, genci, kızı, gelini Yanınızda bir zaman kalabilir mi?”
Suriye savaşının patlak verdiği 2011 yılından itibaren yurdumuza Suriye’den binlerce sığınmacı yerleştirilmiştir. Bu savaşa bir yıl dayanabilen yaşlı ve çocuk Türkmenler, Türkiye’den sığınma talep etmişlerdir. Hatay/Yayladağı’na kurulan Türkmen kampına yerleştirilen bu sığınmacılar için âşık, verilen şiirde, anayurt olarak gördükleri Türk devletinin kendilerine kucak açmasını istemektedir. “Bir tek babam gördü benim hâlimi Dört gardaşım dutamadı salımı Herkes tadacaktır mutlak ölümü Şehit oldum ana vatan sağ olsun Höllük mahallesi yasım çekmesin Söyleyin anama boynun bükmesin Arkamdan dövünüp ağıt yakmasın Şehit oldum anam vatan sağ olsun”
Halep’te Türkmenlerin yoğun yaşadığı bölgelerden biri Çobanbey diğeri Lazkiye şehir merkezinde Halit Ali Cümmel (Deveci Ali’nin Mahallesi) Mahallesi’dir. Halep şehir merkezinde de Türkmenlerin yoğun yaşadığı bölge Höllük ve Haydariye’dir. Höllük’te yaşayan Firaz Derde isimli bir genç 2016-2017’de Türkiye’den giden yardımları orda kalan insanlara dağıtma görevini üstlenmiştir. Uçaktan atılan varil bombası gıda dağıtımı yaptığı esnada aracına isabet eder ve Firaz Derde şehit olur. Bu olayı duyan âşık, hemen duygularını dörtlüklere döker. “Tunus´ta bir genç kendini yaktı Onun küllerinden bir bahar doğdu Dünya âlem bu işe şaşırıp baktı Bu bir Arap baharı dediler buna. Bu bahar bir sele dönüştü Millet bunun peşinden koştu Uzamadı orda bir lider düştü Bu bir Arap baharı dediler buna.”
Arap Baharı 17 Aralık 2010 Tunus’ta bir gencin kendini yakmasının ardından tüm Tunus halkının giriştiği eylemle beraber Arap dünyasına gelen bunalım dönemidir. Yapılan protesto sonucu birçok Arap ülkesi, Tunus’tan etkilenip özgürlük için savaşmıştır. “Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Ürdün, Yemen” gibi ülkeler Arap baharından etkilenen ülkelerdir. Âşık Ali Molla, bu baharın bir kandırmacadan ibaret olduğunu, işin içinde başka oyunların oynandığının farkına vararak “Arap Baharı” adlı şiirini kaleme alır. 3.5. Doğa Âşık Molla Musa’nın şiirlerinde birçok konu bulmak mümkündür. Ancak bazı konular diğerlerine göre daha öne çıkmaktadır. Çünkü o, duyarlı ve vatanperver bir halk şairidir. Bizzat halkının içindendir, köylüdür. Günümüz şehir yaşantısının ve yaşayanlarının köyden uzaklığı bir nevi “sessizlikten ve doğa”dan uzaklığı olarak da algılanabilir. Bu nedenle bir halk şairinde doğaya yakınlıkla beraber sessizliğin birer yansıması olarak yalnızlık ve gurbeti görmek çok doğaldır. Ali Molla, şiirlerinde özlem duyduğu doğup büyüdüğü yerleri anlatırken bize oraların küçük birer portresini betimlemektedir. “Aslını sorsan Osmanlı soyu Türkmence konuşur dili Bucak´ın Misafirperverdir, güzeldir huyu Herkese açıktır kolu Bucak´ın. Ufacık köylerin denize bakar Berrak suları pınarlarından akar Ayrılığın hasreti içimi yakar Türkiye´ye kavuşur yolu Bucak´ın. Dört mevsimde yeşil görünür ovası Dertlere derman verir havası Yükseğinde vardır şahin yuvası Ak denize akar seli Bucak´ın.”
Ali Molla, verilen dörtlüklerde Bucak beldesinin güzelliklerini betimlemiştir. Bucak’ın Osmanlı soyundan ve misafirperver bir halkının olmasının yanında denize bakan yeşillikler içinde bir konuma sahip olduğunu da dile getirmiştir. “Çağlar akar derelerin çayların Serin olur dört mevsimde ayların Güreş tutar ağaların beylerin Suriye´yi Türkiye’ye katansın Yayladağı. Yemyeşildir tepelerin düzlerin Şahin bakışlıdır halkın güler yüzlerin Bizim için kan ağlıyor gözlerin Sen gönlümüzde yatansın Yayladağı.”
Âşık, Türkmen kampının kurulu olduğu Yayladağı’nı da kendi bakış açısına göre anlatmaya çalışmıştır. Yayladağı ile Bayır-Bucak’ı ayıran dağın Türkmen Dağı olduğundan daha önce bahsetmiştik. Dağın her iki yakasının iklim özelliği hemen hemen aynıdır. Bu yüzden Yayladağı’na gelen Türkmen hem kültür olarak hem de iklim olarak zorluk yaşamamışlardır. Söz konusu bu durum, ilgili şiirin bölümünde ifade edilmiştir. 3.6. Aşk Edebiyatta aşk, sevende haddinden fazla, sevilende ise yok denecek kadar azdır. Seven için aşk, sonsuzdur. Âşığın gönlünde tecelli eden bu duygu, onu ölüme bile götürür. Yani daha ilk etapta aşkın başında sevilenin uğruna can vermek bile gerekirse mübahtır. Bu durumdan şikâyet ise yersizdir. Aşkın yüceliği gizli tutulmasındadır. Sevilen ile sevenden başkası bunu bilmemelidir. Aşkın açtığı yaralar, asla kapanmaz. Aşk bir denizdir, içine dalmayınca anlaşılmaz, dalınca da kara görünmez. Şair, sevgilisinden bahsederken bütün bunları birer vesile bulup söyleyiverir. Bu söyleyişte kimi zaman mübalağa da esastır. Hatta aşkın dile gelmesi için bazen bir bakış, bazen bir söz, bazen de sevgilinin adının anılması yeterlidir. Aşk hakkında âşığın sözü, asla tükenmez. Molla Musa da şiirlerinde kendinden daha çok sevdiği ve kıymet verdiği aşkını yani sevdiğini dile getirmiştir. “Uzak olur dostlar gurbetin yolu Gidiyorum yüreğim hasret dolu Mahmur gözleri yârin gözlüyor yolu Ağlama yârim ağlama kader böyleymiş. Söyleyin var mıdır dünyada ayrılıktan acı Doktorlar bulamamış bu derde ilacı Yârim emanet sizlere baba, ana, bacı Ağlama yârim ağlama kader böyleymiş.”
Âşıklık geleneğinde işlenen konulardan biri de gurbettir. Âşıklar hayatlarını kazanmak için gurbete giden ve sıla hasretiyle yanıp tutuşan insanların duygularını dile getirmişlerdir (Türkan, 2016: 78). Ali Molla Musa’da ise gurbet, sevdiğinden ayrı kaldığında başlar. Bu düşünceyle askere gittiği esnada çektiği sıla ve yâr özlemini verilen dörtlüklerde dile getirmiştir. “Kalbimi doldurdun yıllardan beri Senin muhabbetin canda Fadimem Aşkına kurbanım veririm seri İsmin dolaşıyor kanda Fadimem. Kadir Mevla’m seni övmüş yaratmış Senin aşkını kalbime atmış Gönül köşesinde bir mekân tutmuş Akıl mı koydun sen bende Fadime.”
Ali Molla ilk göz ağrısı, sevdiği kadınla çok erken yaşlarda tanışır. Onunki ilk görüşte aşktır. Fadime’sine olan aşkı, onda akıl bırakmaz ve âşığa: “Akıl mı koydun sen bende Fadime’m” mısraını söyletir. Her âşıkta olduğu gibi Molla Musa’nın da sevdiği ona göre dünyalar güzelidir. Ve gözü ondan başkasına her daim kördür. O, hakkıyla seven her âşık gibi sevdalısının Allah tarafından kendisine verilmiş bir emanet olduğunu ve bu emanet ile bir ömür boyu aynı yastıkta kocaması gerektiğini bilenlerdendir. Fadime’sinden bir an ayrı olmaya dayanamayan âşık, onsuz geçen her anında kendinin eksik kaldığını dile getirmiştir. “Hakk’ın emri ile seni sevmişim O Melek’e benzer yüzüne kurban Ayrılamam senden gönül vermişim Sütten kardan beyaz özüne kurban.”
Âşık, sevdiğini meleğe, sevdiğinin özünü ise süte ve kara benzetmektedir. Ali Molla eşine olan sevgisini her zaman çekinmeden dile getirmektedir. Verilen dörtlükte de sevgili eşine olan aşkını mısralarına dökmüştür. “Mesken oldu bana dağlar arası Ayrılık bir verem yoktur çarası Sensiz azalmıyor gönül yarası Yanıp ta savrulan küllere döndüm.”
Ali Molla Musa Suriye savaşı çıkınca cepheye çağrılır. Âşık cepheye çağrıldığı için değil sevdiğinden ayrı kalacağı için çok üzülür. Gittiği cephe iki dağın arasıdır ve görevi tank atıcısıdır. Eşine duyduğu özlem ile cephede “Döndüm” şiirini kaleme alır.
SONUÇ Âşıklık geleneğinin kökeni konusunda çeşitli görüşler bulunmakla birlikte genel kabul, âşıklığın ozan-baksı edebiyatı olarak adlandırılan Türk destan anlatım geleneğine dayandığı ve Türklerin İslamiyet’i kabul etmesinden sonra ortaya çıkan tasavvufi düşünce ile Selçuklu ve Osmanlı yaşamı biçimi ve kabullerinin bu geleneği şekillendirdiği yönündedir. Âşık, güzellikleri övdüğü ve acıları dramatik bir dille vurguladığı kendi deyişlerini veya ustalarının deyişlerini yöresel ezgilerle saz eşliğinde söyler. Âşıklar tarafından söylenen şiir ve hikâyeler, sevgiliye duyulan özlemi, ilahi aşkı, kahramanlık hikâyelerini ve döneminin toplumsal sorunlarını konu edinir. Bayır-Bucak Türkmenleri, günümüz Suriye topraklarında Türkmenlerin çoğunlukta olduğu, Türkiye ile sınırını Türkmen Dağı’nın çizdiği bir yerde yaşamlarını sürdürmektedir. Gelenek görenek bağlamında ciddi benzerliklerin olması son derece doğal bir durumdur. Çünkü onlar da bizzat Atayurdu’nun bağrından çıkıp gelen öz Türkmenlerdir. Türkiye ve Türk Dünyasının en ücra köşelerine kadar gelenek bağlamında karşımıza çıkan âşıklar, söz konusu yörede de görülmektedir. Bu noktada böyle bir çalışmayı yapmamızın yegâne amacı, çorbaya tuz katmak inancımızdan gelmektedir. Çünkü bugüne kadar yörenin âşıkları ve âşıklık geleneği ile detaylı çalışmalar yapılmamıştır. Bu bağlamda bu çalışma ile Bayır-Bucak Türkmen âşıklarından Âşık Ali Molla Musa’nın şiirleri esas alınarak geleneğin belki de unutulmaya yüz tutmuş bir temsilcisi kayıt altına alınmıştır. Âşıklık geleneğini Anadolu toprakları dışında da devam ettirmeye çalışan Bayır-Bucaklı Türkmen âşık Ali Molla Musa usta çırak ilişkisi içinde yetişmemiş olmasına rağmen halkının sesi olmuştur. Savaşın insanlar üzerinde fiziksel ve ruhsal etkilerini söze döken âşık hemen her konuda şiir söylemiştir. İşlediği konulardan bazıları; millî-dinî duygular, sosyal eleştiri, güncel, doğa, aşk, vb. Şiirlerinde yalın ve anlaşılır bir dil kullanan âşık, geleneğin devamı sayılan saz ve söz ile icrayı birlikte yerine getirmektedir.
https://www.youtube.com/watch?v=QYmTjYb7_UA
https://www.youtube.com/watch?v=tg7CY3nk6NU
Kaynakça Tarih Okulu Dergisi (TOD) Ağustos 2018 Agust 2018 Yıl 11, Sayı XXXV, ss. 174-206.http://www.johschool.com/ ARTUN, Erman (2008), Âşık Edebiyatı Araştırmaları, Kitabevi Yay. İstanbul. ARTUN, Erman (2014), Türk Halk Edebiyatına Giriş, Karahan Kitabevi, Adana. BOZOĞLAN, İsmet (2017), Dünden Bugüne Suriye Türkmenleri I (BayırBucak Türkmenleri), Suriye Kültür Meclisi Kültür Yay. Ankara. ÇOBANOĞLU, Özkul (1999) Osmanlı Devletinde Türk Halk Kültürünün Değişim ve Dönüşüm Dinamikleri, Osmanlı, Kültür ve Sanat C.9, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara. DİZDAROĞLU, Hikmet (1969), Halk Şiirinde Türler, Ankara Üniversitesi Basım Evi, Ankara. DURBİLMEZ, Bayram (2008), Âşık Edebiyatı Araştırmaları: Taşpınarlı Halk Şairleri, Ürün Yayınları, Ankara. ERASLAN, Kemal (1994), Divan-ı Lugat-it Türk’te Aruz Vezni ile Yazılmış Şiirler, Türk Dil Araştırmaları Yıllığı, Belleten, Ankara. GÖZLER, H. Fethi (1986), “Dünkü ve Bugünkü Edebiyatımızda Mahlas Meselesi”, Erciyes, Yıl 9, Sayı: 100. GÜNAY, Umay (1999), Âşık Tarzı Şiir Geleneği, Akçağ Yayınları, Ankara. GÜNAY, Umay (1992), Türkiye’de Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Akçağ Yayınları, Ankara. GÜVENÇ, Bozkurt, (1993), Türk Kimliği, Kültür Bakanlığı: Ankara. KAFALI, Mustafa, (1973), “Suriye Türkleri-I”, Töre Dergisi, S. 21, Ankara. KAFESOĞLU, İbrahim (2005), Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, İstanbul. KÖPRÜLÜ, M. Fuat (1989), Edebiyat Araştırmaları I, Ankara. ÖZARSLAN, Metin (2001), Erzurum Âşıklık Geleneği, Akçağ Yayınları, Ankara. Hüseyin Kürşat Türkan - Ayşe Çelik Kan SEVİM, A. (1989), Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları: Ankara. TURAN, Osman (1996), Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, Boğaziçi Yayınları Kültür, İstanbul. TÜRKAN, H. Kürşat (2017), Âşık Duran Bebek, Kömen Yayınları, Konya. TÜRKAN, H. Kürşat (2016), Âşık Kıraç Ata (Ekrem Kıraç)’nın Hayatı Sanatı ve Şiirleri, Kömen Yayınları, Konya. YILMAZ, Ali (2017), Türk İslam Edebiyatı, Grafiker Yayınları, Ankara. İnternet Kaynakları (http://suriyeturkmenmeclisi.org/tr/6-suriye-ve-tuerkmen-gercegi) Erişim tarihi: 10.08.2018 Kaynak Kişiler KK1. Halil Molla Musa (Âşığın babası) KK2. Ali Molla Musa (Âşık) KK3. Fatma Bozoğlan (Âşığın Eşi)
|
Gidelim Türkmen Dağına
Şair Ali Molla Musa
Osman ya kampından yayla dağından
Geçerek gidelim Türkmen dağına
Fırınlıkta akan suyu sağından
İçerek gidelim Türkmen dağına
Bize mesken olmaz bir başka yurtlar
Musliman Türkmenler Yiğit boz kurtlar
Türkmenlere engel olmaz hudutlar
Uçarak gidelim Türkmen dağına
Kamplarda milletim Hasret çekerken
Yetimler yoksullar boyun bükerken
Bir gün gün doğmadan Şafak sökerken
Coşarak gidelim Türkmen dağına
Mübarek topraklar bekliyor bizi
Birlikte geçelim yokuşu düzü
Şehit kanı kokan şu ay yıldızı
Açarak gidelim Türkmen dağına
Unutmak bizler o Cennet diyarı
Bayırlı Bucaklı gözler seferi
Önde mavi bayrak Türkmen erleri
Koşarak gidelim Türkmen dağına
Mollamusa bayır bucağa aşık
Bayırbucak aşkı gönlüne düşük
Sevgiyle saygıyla dört yana ışık
Saçarak gidelim Türkmen dağına.
....................................................................
NASİHAT.
Yaradan seni neden halk eyledi
Bu soruya kardaş bir cevap ara
Hakka kul ol diye sana söyledi
Cevab budur dostlar kurâna göre
Şehadetle tevhiddir dinin başı
Ondörttür mükellef olmanın yaşı
Ömrünü imansız geçiren kişi
Koymuş olur kendi başını zora
Birliğini cümle mahluk söyledi
Namaz orucu sana farz eyledi
Zeketle sadakayı verin dedi
Get haca cebinde varise para
İmanın şartı altıdır imar et
Hakkı zikir eyle versin hidayet
Yolun sonu kabre gider nihayet
Gideceğin yeri bir düşün nere
İsmini zikreyle silinsin pasın
Takva olsun azığın hem libasın
Hakka kulluk olsun bir tek hevesin
Bulamazsın başka bir yolda çara
Nefsin yedi kapısı var hakim ol
Yalan dünya iki kapılı bir yol
Ataya asi gelmekten uzak ol
Kaç haramdan hiç görünmeyen yere
Sakın hakka verdiğin sözden dönme
Uzak dur şeytandan sözüne kanma
Yalan dünya bana kalıcı sanma
Ğurur kibirle düşmeyesin kora
Hele kül hakkını alma destine
Ver selamı düşmanına dostuna
Kara toprak örtülürken üstüne
Ğark eylesin seni yaradan nura
Amanat bilesin cesedi canı
Ğeybet hasetten uzak tut lisanı
Bunlarla sakın götürme imanı
Kimseye kalbini eyleme kara
Meğer işledinse farzı sünneti
Yaradan kullara eyler rahmeti
Olalım can Resulünün ümmeti
Ulaştırsın gideceğimiz yere
Düşürme bizleri Yarabbi zara
Çok dikkat edelim namusa ara
MOLLAMUSA sanada gelir sıra
Yarab bizi o günde koyma nara
......................................................
100 yıldan beri bu şanlı günü bekledim
Beni de götür mehmedim ben de hazırım
Şanımın üstüne nice Şanlar ekledin
Beni de götür mehmedim ben de hazırım
Aslıma şanıma kimse biçemez Baha
Seninle birlikte yürür kalkarım şaha
Bilirim bu fırsat ele geçmez bir daha
Beni de götür mehmedim ben de hazırım
1000 yıllık Ata yurduma geri varayım
Mübarek toprağına kanımı karayım
Zafer nasıl yazılırmış ben de göreyim
Beni de götür mehmedim ben de hazırım
Çalınan kimliği mi geri almak için
Kaybolan tarihimi geri bulmak için
Ata yurdumda ebediyen kalmak için
Beni de götür mehmedim ben de hazırım
...................................................................
Dostlar bana bir hal oldu
Elde suçu arıyorum
Zaman geçti vakit doldu
Yolda suçu arıyorum
Dinlerseniz bir şey yazdım
Geçen yıllarımı süzdüm
Hayat düzenini bozdum
Mal da suçu arıyorum
Sizler koyun buna adı
Yitirdim nice Murat´ı
Bozulmuş ağzımın tadı
Balda suçu arıyorum
Ne oldu bilmem şaşırdım
Keçilerimi kaçırdım
Ördekleri ben uçurdum
Gölde suçu arıyorum
Göremedim hiç ırağı
İşten kovdum ben çırağı
Bulamayınca darağı
Kel de suçu arıyorum
Düşünemedim Derince
Hasmımı sandım karınca
Kasırga gibi gelince
Yelde suçu arıyorum
Olanları tek tek saydım
Söz verdim sözümden çay dım
Çamura basınca kaydım
Sil de suçu arıyorum
Dünya bana kalır sandım
Nefsimin sözüne kandım
O yana bu yana döndüm
Solda suçu arıyorum
Dinlemedim hiç sözleri
Değişir sandın özleri
Bulamayınca közleri
Külde suçu arıyorum
Güvendiler bana başta
Bırakmadım tuzu aşta
Titreyince soğuk kışta
Çulda suçu arıyorum
Yarınım dünümden kötü
Yakama daldırdım biti
Susturamayın ca iti
Yalda suçu arıyorum
Zan ettim ki herkes dayım
Zıplamadı bozuk yayım
Bir güne dönünce ayım
Yılda suçu arıyorum
Boşa atıyorum nara
Aramıyom çözüm çara
Elimi vurunca Hara
Gülde suçum arıyorum
Söyle MOLLAMUSA söyle
Bu düzen hiç gitmez böyle
Gözden kaybolunca Leyla
Çölde suçu arıyorum
Arıyorum bizim elde
..........................................
Dost bildiklerimdi beni vuranlar
Bir gün olsun beni güldürmediler
Uzattım elimi tutmaz görenler
Ölüyorum dedim aldırmadılar
Her bir zulmu gördüm yıllardan beri
Eridi kemiğim yüzüldü deri
Zamanıdır dedim davrandım geri
Uzattım elimi kaldırmadılar
Duyuramadım ile her zaman sustum
Acıyı yarayı bağırma bastım
Çıktı canım dedim umudu kestim
Öyle bıraktılar öldürmediler
Toparlarım dedim yetmedi çabam
Düşenin dostu yok der idi babam
Yok oldu çevremden aşretim obam
Gizlediler benden buldurmadılar
Yıktılar 1000 yıllık yüce arşımı
Kana belediler sokak çarşımı
BAYIRDA BUCAKTA şanlı marşı´mı
Bir kerecik olsun çaldırmadılar
MOLLAMUSAYIM ben ne günler gördüm
Ağladım sızladım bitmiyor derdim
Hafifletir diye divana durdum
1 rekât bile kıldırmadılar
..................................................
Bir şiir okudum pir karşısında
Ağustos ayı sufanda köyünde
Aşık, ozan, şairle çarşısında
İzlediler beni canlı yayında
BEKİR CİLA bize kucağın aştı
Duyan ozan şair oraya koştu
Yağmurlar yağdı tozlara karıştı
Tarıh on sekiz ağıstos ayında
Kazanlar kuruldu pişirildi aşklar
Katıklı ekmekle tuş oldu başlar
Birisi bitmeden o biri başlar
Yiğitçe cömertlik vardı toyunda
Sekizden seksene her yaştan vardı
Herkesin bir mektüb salmaktı derdi
ALLAH´IM koru bu cennet yurdu
Adalet tecelli edyor boyunda
............................................................
(15) temmuz.
TÜRKE karşı oynandı bir böyük oyun
Sandılar ki kurtlar olmuşlar koyun
Zalim kafirlere eğmedi boyun
Türk milleti 15 temmuz gecesi
**********.
Şehit Kanıyla yoğrulmuş toprağı taşı
Eğeriz sandılar Türk dinen başı
Tekbir sela ile titrettiler arşı
Türk milleti 15 temmuz gecesi
***********.
250 şehidin kanları aktı
Yılanın bizden olması yürekler yaktı
Uçak tank tüfeği yumrukla yıktı
Türk milleti 15 temmuz gecesi
************.
Uyku yok idi o gece gözlerde
Tekbir tevhid dolaşıyordu özlerde
Çanakkale ruhu taşıyordu özlerde
Türk milleti 15 temmuz gecesi
**********.
Çakal tilki birleşip hepsi vurdu
Domuz denen Haçlılar arkada durdu
Kaptırmadı küfüre bu cennet yurdu
Türk milleti 15 temmuz gecesi
**********.
Türke dokunulmaz her zaman güçlü
Pensilvanya´da o kafir suçlu
İdamını ister çocuk genç yaşlı
Türk milleti 15 temmuz gecesi
**********.
Nefretimiz kinimiz bu piç itlere
Canlılar feda o ğazi yiğitlere
Mollamusa selam tüm şehitlere
Türk milleti 15 temmuz gecesi
**********.
.......................................................
Zalim gurbet.
Zalim gurbet sana vardır sözlerim
Hasrete vurdun kör ettin gözlerim
Karlı dağ gibiydi benim özlerim
Güneşin vurduda eridi aktı
Vurdun hançeride bağrımı deldin
Açtın sinemide kalbimi aldın
Verem gibi bütün vücuda daldın
Ölmeden bedenim eridi aktı
Uçan bir Şahindim kanadım kırdın
Koşan bir aslandım zincire vurdun
bulutlar gibi üstümde durduğun
Gözlerimin nuru eridi aktı
Molla Musayım beleye koydun başımı
Zehir ettin ekmeğimi aşımı
Büktün belimi bildirmedin yaşımı
Ömrümün baharı eridi aktı
........................................................
Cihana Türkler birliği kuralım
Dünya Türklerini bir aradan görelim
Mazlum olanların yanında duralım
Zalimlerden hisap soralım
**************.
Gezelim devlet şehir hep ayrı ayrı
Birleştirelim üç kıtayı denizleri bayırı
Bütün dünya Türklerini örtsün hayrı
Bizlerde şu cihanda gülelim ğayrı
**************.
MOLLAMUSA,yım bakmayın gözden akan yaşıma
Türkler birliğini yazdım döşüme
Ölürsem türk yazın mezar taşıma
ALLAHU EKBER sancağını dikin yanı başıma
**************.
......................................................................
YAYLADAĞI
NİCE GARİBANLARA SEN MESKEN OLDUN
TÜRKİYE´NİN CENNETİ SENSİN YAYLADAĞI
OSMANLI TARİHİNİ YENİDEN BULDUN
SENİ SEVMEYEN UTANSIN YAYLADAĞI
CEMALİNİ YÜCE HAKTAN ALMIŞSIN
TABİATTA HAR CEMALİ BULMUŞSUN
BAYIRBUCAĞA BAŞKENT OLMUŞSUN
SEN ELİMİZDEN TUTANSIN YAYLADAĞI
ÇAĞLAR AKAR DERELERİN ÇAYLARIN
SERİN OLUR DÖRT MEVSİMDE AYLARIN
GÜREŞ TUTAR AĞALARIN BEYLERİN
SURYE´Yİ TÜRKİYE KATANSIN YAYLADAĞI
YEMYEŞİL DİR TEPELERİN DÜZLERİN
ŞAHİN BAKIŞLI DIR HALKIN GÜLER YÜZLERİN
BİZİM İÇİN KAN AĞLIYOR GÖZLERİN
SEN GÖNLÜMÜZDE YATANSIN YAYLADAĞI
MEYVALARININ DOYULMAZ TADINA
CEDDİM ORDU DERDİ ADINA
MOLLAMUSA SENDE KAVUŞUR MURADINA
SEN DERDİME DERMANSIN YAYLADAĞI
......................................................................
BAYIR BUCAKTA
Söyleyecek hiç bir söz bulamıyom...
Anım kalmış benim bayır bucakta...
Her zaman ağlıyor gülemiyorum...
Canım kalmış benim bayır bucakta...
***********
Derya gibi coşsam damla akamam...
Utanırım el yüzüne bakamam...
Bayramda düğünde kına yakamam...
Şanım kalmış benim bayır bucakta....
********
Gönlümün gülleri ğazele dönmüş...
Bülbüller yurduna baykuşlar konmuş...
Zından olmuş dünyam güneşim sönmüş...
Günüm kalmış benim bayır bucakta...
********
MOLLAMUSA derki duşmana kinim...
Ruhsuz beden gibi dolaşır tenim...
Kesik doğrasalar incimez canım...
Kanım kalmış benim bayır bucakta...
********
..............................................................
GİREMAZSİN
HakTaale cennetine...
Salmayınca giremezsin...
Tevhid ile şahadeti....
Çalmayınca giremezsin...
*********
Yeri oynatsan yerinden...
Vaz geçe bilsen serinden...
Yetmiş üçü,ün birinden...
Olmayınca giremezsin....
********
Asırlar olsada yaşın....
Göklere değsede başın....
Yiğirmi dörtteki beşi....
Kılmayınca giremezsin....
********
Hakim olsan üç kıtanın....
Hem kalkanın hem yatanın....
Rızasını dört atanın....
Almayınca giremezsin....
********
Kur,an bilsen ezberinden....
Nurlar çıksa mezerinden...
Kul hakkını üzerinden....
Silmeyince giremezsin....
********
ALİ MOLLAMUSA
..................................................
Devleti aliye
Bitmeyecek bizim derdu belamız....
Osmanlı tarihi dirilmeyince...
Dahada artacak bizim çilemiz...
Devleti aliye kurulmayınca...
******
Duşmanımız bize ğalib gelecek...
Vatanımız alıp bizi silecek...
Akibetin sonu kötü olacak...
Hakkın kelamına sarılmayınca...
********
MOLLAMUSA derki medet beklerim...
Derdimin üstüne detler eklerim...
Hayat kervanıma tarih yüklerim...
Taşınmaz bu yükler yorulmayınca...
********
..............................................
İSTERİM
Surye türkmenidir bu benim adım....
Dağları taşları aşmak isterim...
Dorğuluk adalet bir tek muradım...
Kurmak için onu koşmak isterim...
******
Osmanlı selçuklu ovuzdur boyum...
Bütün cihana´da dağılmış soyum...
Nerede bir TÜRK varsa orası köyüm...
Dalğa,dalğa ora taşmak isterim...
*******
Akar damarımda türklügün kanı...
Hak yoluna adak ettim bu canı...
Bu cihana kurmak için turanı...
Okyanuslar gibi coşmak isterim....
******
MOLLAMUSA asil TÜRKE bu sözüm...
Turan aşkı ile yanar bu özüm...
Hak yolundan başka görmüyor gözüm...
Yalnız bu yollara düşmek isterim...
*****
..........................................................................................................................................
TÜRKMENİN
Ceyhun bile bahr-ı Hazar arası,
Çöl üstünden eser yeli Türkmenin;
Gül goncası, kara gözüm karası,
Kara dağdan iner seli Türkmenin.
Hak sılamış bardır onun sayesi,
Çırpınşar çölünde neri, mayası,
Renk-be-renk gül açar yeşil yaylası,
Gark bolmuş reyhana çölü Türkmenin.
Al yeşil bürünüp çıkar perisi,
Kükreyip berk urur anberin isi,
Beğ, töre, aksakal yurdun eyesi,
Küren tutar güzel ili Türkmenin.
Ol merdin oğludur, merttir pederi,
Köroğlu kardaşı, sarhoştur seri,
Dağda, düzde kovsa, sayyatlar diri,
Alabilmez, yolbars oğlu Türkmenin.
Gönüller, yürekler bir bolup başlar,
Tartsa yığın, erer topraklar, taşlar,
Bir sofrada tayyar kılınsa aşlar,
Göterilir ol ikbali Türkmenin.
Gönül havalanır ata çıkanda,
Dağlar la le dönerkıya bakanda,
Bal getirir, çoşup derya akanda,
Bent tutturmaz, gelse seli Türkmenin.
Gafil kalmaz, döğüş günü har bolmaz,
Kargışa, nazara giriftar bolmaz,
Bülbülden ayrılıp, solup, saralmaz,
Dayim anber saçar gülü Türkmenin.
Tireler kardaştır, urug yarıdır,
İkballer ters gelmez Hakkın nurudur,
Mertler ata çıksa, savaş sarıdır,
Yav üstüne yörer yolu Türkmenin.
Sarhoş bolup çıkar, ciğer dağlanmaz,
Taşları sındırır, yolu bağlanmaz,
Gözüm gayra düşmez, gönül eğlenmez,
Mahtumkulu sözler dili Türkmenin.
********* Mahtumkulu
KALMIŞIM
Cahilliğin cuşı çıktı başımdan,
Ben ol cuştan hali bolup kalmışım.
Bir gama ulaştım gittim huşumdan,
Bu dert ile dolu bolup kalmışım.
Başım yüz heveste gönlüm coşkunda,
Girdaba düşmüşüm deli taşkında,
Necd dağında gezen Mecnun aşkında,
Yanar odlu Leyla bolup kalmışım.
Yiğitlik faslını kışa yetirdim,
Kamillik kiştisin derya batırdım.
Büyük fikre kaldım aklım yitirdim,
Diri iken, ölü bolup kalmışım.
Bu dünyayı göçüp baran göç bildim,
İşini bet andım, özün puç bildim,
Önün oyun gördüm, sonun hiç bildim
El içinde deli bolup kalmışım.
Mahtumkulu faş eylegil sözünü,
Felek muştı hak etmeyen gözünü,
Bu vakte dek yaş bilirdin özünü,
İmdi gör, bak, ulu bolup kalmışım.
*********** Mahtumkulu
YAR GEREKTİR
“Benim” diyen koç yiğide
Bir münasip yar gerektir.
Arap at, yavlı yiğide,
Almaz Zülfikar gerektir.
Yiğit oldur, yurt üstünde,
Canın berse din üstünde,
Koç yiğitler il üstünde,
Namus bilen ar gerektir.
Beş gün gönül hoş etmeğe,
Sofra yayıp, nan dökmeğe,
Abray alıp, ad etmeğe,
Kollarında bar gerektir.
Mekke baran bolur hacı,
Ayrılık ölümden acı,
Koç yiğide din kılıcı,
Aşığa didar gerektir.
Artar felek ah u zarın,
Alır elden ihtiyarın,
Mahtumkulu, sever yarin,
Siyah zülfü tar gerektir.
********* Mahtumkulu
Vatanım Galdı
Agalar, arzımnı beyan eylesem,
Durun, mehin atlı vatanım galdı;
Gat – gat düşek düşep üçek üstüne,
Mest olup, ağdarlıp yatanım galdı.
Bir şahını alamana (çağların),
Lap eylesem, on kişini eğlerin,
Gızılbaşın yurt soran beglarin
Eltip Harazminde satanım galdı.
Gökdepe, Bahre il, Ürgençdir yurdum,
Bamıdır lennerim, arslanım – şirim,
Hoca Alemberdar – bir gözli pirim,
Gum Yassanıp anda yatanım galdı.
Aç gurt idim, alcak yerim düşlardim,
Yabı minip, has bedevler uşlardım,
Durunda yazlayıp, Mehin gışlardım,
On gice – gün toylar tutanım galdi.
Magrubi diyr, gül ayrılsa zaglardan,
Sovuk suli, ter çemenli bağlardan,
Altmış başlı, ala garlı dağlardan
At minip, üstünden ötenim galdı.
******* Magrubi
YATMAGIN
Gövnüm, sana bir nesihat bereyin,
Gapıl, gaflat içinde sen yatmagın;
Bir kişi ”gel” diyip, innek etmeyin,
Öz gövnünden gubar bağlap gitmegin.
Tanirmın gövheri – bir zerre daşdır,
Tanalmadık yerde bahası başdir,
Aklı bolan biler, bu dünya hiçdir,
Tanalmagan yerde gadrın satmagın.
Bihuda gezmegin, uçrarsın derde,
Rızkın bolsa, Allah yetir her yerde,
“Aç” diyip gaygırma, doğrı bar merde,
Zınhar muhannese yüzün tutmagın.
Magrubi, sen guvanmagın malına,
Magşar güni seredenler halına,
Eden işin bir – bir geler alnına,
Halal malın haramına gatmagın.
********* Magrubi
SÖZÜM BAR SANA
Gara gözli, galam gaşlı perizat,
Aydabilmen, birce sözüm bar sana;
Işkında köyüp men dat bilen bidat,
İki çeşmim bir görmege zar sana!
Şikeste men, zülplerine baglama,
Hancar alıp, yürek – bağrım dağlama,
Mihmanın men işiğinden kovalama,
Gerek delmi namıs bilen ar sana?
Dal gerdenden tılla heykel dakmasan,
Humay gözün süzüp, gaşın kakmasan,
Yüz – mün suhan diysem, beri bakmasan,
Nenen edip yaranayin yar sana!
Kemine diyr, senden istegim vepa,
Vepa istep geldim, sen berdin cepa,
Işkında hastayam, sen bergil şıpa,
Şıpa istlep geldim, men bimar sana!
************ Kemine
ÇIKIP GİDELİN
İl birlik etmedi bize, yiğitler,
Gelin, bu vatandan çıkıp gidelin!
Duşmanın yalına övrenen itler
Gitmese, boynuna kakıp gidelin!
Sındırmanlar goçakların badını,
Yitirdiniz Ersarinin adını,
İndi mövlam berse ilin dadını,
“Lahovla – billahi” okip gidelin!
Beğlerin yüzüne gara çekildi,
Onun üçin abıray yere döküldi,
Üstümüze emir tuği dikildi,
Goldan gelse, onı yıkıp gidelin!
Gün – günden halımız bolandır harap,
Bir niçe humsanın ağzına garap,
Seydi diyer, haram boldı bu Lebap,
Bir yana sil kimin akıp gidelin!
******** Seydi
Kara Ozan nerden gelir
Tütünüm var kese ile
Ben içerim tasa ile
Deli gönlüm yaralandı
Su istiyor buse ile
Tütünüm var Havahöyük´ten
Yaprakları en büyükten
Muradımı ver Allah´ım
Kurtar beni sen bu yükten
Mola verdim Kubbesin´de
Yaş döktüm dostun yasında
Sardım içtim tütünümden
Derman acep neresinde
Az ilerde Belva Mirkan
Doktor Fatih okur Furkan
Gözlerime baktı dedi
Türk Türkmen bir hep ayni kan
Yolum üstü Arap Azze
Patlıcan koymuşlar köze
Dedim yemek sizin olsun
Bir çay verin hele bize
İftar vardı Tel Ahkbar´da
Acele et vakit darda
Eve girdim ne göreyim
Şanlı bayrağım duvarda
Cerablus´ta Abu Nedim
Bekle geliyorum dedim
Sofrasına dizim büktüm
Çatlayana kadar yedim
Hedefimdir Kara Kozak
Daha şimdilik bi uzak
Sana varmadan duramam
Yolda olsa pusu tuzak
Ahbe tütün vahbe tütün
Bi yüzüme bahbe tütün
Yüzün güleç görünürde
Senin özün kahbe tütün
Kara Ozan nerden gelir
Dıbbıs denen köyden gelir
Dostlarım benim efkarım
Bir acaip halden gelir.... 2020 kara ozan/Suriye
.....................................................................................
(من الشعر التركماني العراقي المعاصر ( سيستمِرُّ الكفاح |
|||
كمال بياتلى | |||
ترجمة : رضا جولاق اوغلو kaynak} http://www.bizturkmeniz.com/ar/index.php?page=article&id=103709
|