İran Türkmenleri
Dünya üzerinde günümüzde, Oğuz-Türk boyları tarafından kurulan iki bağımsız ülke mevcuttur: Türkiye ve Türkmenistan. Ancak, bunların dışında, dünyanın çeşitli yerlerinde, değişik devletler içinde (Irak, İran, Suriye, Afganistan, Rusya Federasyonu, Çin ve Balkanlar) yaşayan milyonlarca Türk ile birlikte, bugün için olağanüstü bir Türk/Türkmen nüfus ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de bugüne kadar dünya Türkleri/Türkmenleri ile ilgili pek çok şeyin yazılıp çizilmesine rağmen, Oğuz boyundan gelen ve sayılarının 2-2.5 milyon arasında olduğu tahmin edilen İran Türkmenleri ihmal edildiği gibi, bu konuda hemen hemen hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Bugün, Türkiye’de “Türk Dünyası” ile ilgili olarak yapılan hiçbir ulusal ve uluslararası toplantı veya konferanslarda İran Türkmenlerinden yada onların asırlardır yaşadıkları Türkmen Sahra bölgesinden hiç bahsedilmemektedir.
İran Türkmenlerinin Yaşadıkları Yer: İran Türkmenlerinin yurdu olan ‘‘Türkmensahara’’yı tanımlayan belli bir coğrafi sınır yoktur. Ancak bu bölgenin sınırlarını doğal coğrafi engeller olan ormanlar, nehirler ve dağlar belirlemiştir. Şöyle ki, kuzeyde bulunan ve İran-Türkmenistan sınırını oluşturan Etrek Nehri, güneyde Elburz Dağları, doğuda Horasan, batı tarafında ise Hazar Denizi’nin güneydoğu sahilleri içinde kalan bölge, Türkmenlerin yaşam alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir başka deyişle Türkmensahra, coğrafi olarak Hazar Denizi’nin güneydoğu sahilleri ile Ceyhun (Amuderya) Nehri’nin arasında kalan ve büyük bir kısmını Karakum Çölü’nün oluşturduğu bölgenin adıdır. İran’ın kuzey doğusunda, Türkmenistan’ın, güney sınır bölgesinde yer alan Türkmensahra Türkmenleri, Türk dünyası içinde kendi kültürlerini, gelenek ve göreneklerini koruyabilen nadir topluluklardan biridir. Türkmensahra Türkmenlerinin tarihini Türkmenistan Türkmenlerinden bağımsız görmemek gerekmektedir. Zira bugün de geçerliğini koruyan ve Etrek Nehri boyunca uzanan İran-Türkmenistan sınırı çizilmeden evvel, Türkmenlerin tarihi bir bütünlük arz etmekteydi. 1881 yılında ortaya çıkan Ahalteke Antlaşması sonucunda Türkmenlerin bir kısmı kuzeyde Rus hakimiyeti altında, bir kısmı ise Kacar Devleti’nin tâbiyeti altına girmişlerdir. O günden bugüne Etrek Nehri, önce Rus İmparatorluğu’nun ve sonrasında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Türkmenistan ve İran, yani günümüz sınırını oluşturmuştur.
Türkmen Sahra bölgesinde yaşayan ve Türkmenlerin milli şairi Mahdum Kulu’yu sinelerinden çıkaran Göklenler başta olmak üzere bölgedeki bütün Türkmenler, İran’da “Türklüklerini” en fazla koruyan toplum olarak bilinmektedirler. Ayrıca, Türkiye’ye olan bağlılıkları, cesaretleri ve inançları ile gerçekten önemli özellikler arz eden bir toplumdur. Ancak, İran sınırları içinde kendi olanakları ile varlıklarını sürdürme savaşı veren Türkmenler, fazlasıyla ihmal edilmiş olup, sorunlarıyla baş başa yaşamaktadırlar. Bu çerçevede söz konusu çalışmadaki amacımız, İran sınırları içinde bulunan ve Türkmen Sahra adı verilen bölgede yaşayan, Orta Asya Türkleri ile Batı Türkleri arasında köprü konumunda olan ve sayıları 2 milyonu aşkın İran Türkmenlerinin durumunu, sınırlı kaynaklarla ele alarak incelemektir.
Türklerin İran’daki varlıkları miladi başlarına kadar uzanmaktadır. İran’a yapılan ilk Türk göçleri ve yerleşimlerinin miladi başlarında “Kırmızı” ve “Ak Hun” gruplarının gelmeleriyle gerçekleştiği bilinmektedir. Türk akıncıları İran’a iki koldan, Kafkasya ve Amu-derya üzerinden gelmeye başladılar. Türklerin İran’la temaslarının M.Ö. IV. yüzyıla kadar gerilere gittiğini, Bizans, eski Pehlevi, Gürcü, Ermeni ve Ablan kaynaklarında yer alan birçok bilgi kanıtlamaktadır. 1040 yılında o dönemde İran topraklarında hüküm süren Gazneliler ile Selçuklular arasında cereyan eden Dandanakan Savaşında Gaznelilerin yenilmesinden sonra İran kapıları tamamen Türklere açılmış oldu. Bu tarihten başlamak üzere de yaklaşık 1000 yıl boyunca, Türkler İran’da egemen güç olacaklardır. Bu süreç içerisinde, İran’da arka arkaya Selçuklular, İlhanlılar, Celayirliler, Timürlüler, Kara-koyunlu, Ak-koyunlu, Safeviler, Afşarlar ve Kaçarlar yönetimde bulundular. 1925 yılına kadar devlet bazında İran’ın asli unsurları olarak kabul edilen Türkler, 1850 yılından itibaren, İran’da gelişen bir dizi siyasi olaylar nedeniyle itibar kaybetmeye başladılar. Nihayetinde, 1925 yılında İran’da Pehlevi hanedanlığının iktidarı ile birlikte, iktidar yapısının Pan-İranist ve Fars milliyetçisi söylemlere göre şekillenmeye başlaması/şekillenmesi, Türkleri karşı cephede yer almaya zorlamış oldu. Asırlar boyunca Türklerin yönetiminde kalan Farslar, 1925 yılında Kaçar Hanedanlığının sona ermesiyle yönetimi ele geçirdiler. Bu tarihten itibaren de olası bir Türk milliyetçiliğini kendi yönetimleri için bir tehlike olarak gördüler ve başta Azeriler olmak üzere İran’daki Türkler/Türkmenler üzerinde sistemli bir asimilasyon politikası uygulamaya başladılar.
İran’da yaşayan Türk topluluklarının Azerilerden sonra ikinci en önemli grubunu Türkmen Sahra bölgesinde yaşayan ve sayıları 2-2.5 milyon civarında olan Sünni Türkmenler oluşturmaktadırlar. İran Türkmenlerinin yaşadıkları bölgeye İran kaynaklarında Deşt-e Gorgan denilmekle birlikte, bu bölge, Türkmenler arasında “Türkmen Sahra” olarak adlandırılmaktadır. Türkmenistan sınırından başlayıp, Hazar Denizine kadar olan söz konusu bölge, İran’ın 18.572 km kare yüzölçümüne sahip olan Gülistan Eyaleti içinde yer almakta olup, bu Eyaletin de 16.375 km. karelik alanını kapsamaktadır. Türkmen Sahra Türkleri, eski Oğuz boylarından Salur, İmur, Dodurga Türklerinin soylarından gelmekte olup,şimdi Göklen, Yomut ve Teke Türkmenleri adlarıyla anılmaktadırlar. İran’da yaşayan bu Türkmenler, Safeviler döneminde Şiiliğin siyasi amaçlarla kullanılmasından sonra Sünni Türkistan Türkleri ile Şii İranlılar arasındaki mücadelelerde en çok zarar gören topluluk olmuşlardır.
Türkmenistan, Çarlık Rusya’sı ve İran arasında 1881 Aralık ayında imzalanan bir antlaşma ile iki ülke arasında paylaşıldı. Bu tarihten itibaren, Çarlık Rusya’sı içinde kalan Türkmen topraklarında yaşayan Türkler, genel bir adla “Türkmenler” olarak varlıklarını devam ettirirlerken, İran sınırları içinde kalanlar ise, aşiret yapısı içinde etnik ve milli oluşumlarını gerçekleştiremeden İran’da yaşamaya devam ettiler ve “İran Türkmenleri” olarak anıldılar. Türkmen Sahra bölgesinde yaşayan Türkmenler, Türklüklerini, gelenek ve göreneklerini korumayı başardıkları gibi, İran yönetimine karşı tutum sergileyerek, bağımsızlıklarını ilan etme yolunda faaliyetlerde de bulundular. İran’daki Türkmenlerin Bağımsızlık Mücadeleleri Türkmenlerin, bağımsızlık mücadeleleri, 1920’li yılların başlarında ortaya çıktı ve 20 Mayıs 1924 tarihinde İran’dan koparak, İran Türkmenleri bağımsız “Türkmen Cumhuriyeti”ni ilan ettiler. Bağımsız Türkmen Cumhuriyeti’nin başına Osman Ahund getirildi ve ayrıca, önemli konuların/sorunların görüşüleceği ve bir çeşit parlamento niteliğinde olan “Aksakal Meclisi” oluşturuldu. Türkmen Cumhuriyeti’ni ilan eden Türkmenler, sadece kendilerine ait olan ve o dönemde Esterabad Eyaleti içinde olan Türkmen Sahra bölgesinin bağımsızlığını savunmaktaydılar. Bağımsızlığını savundukları bölgenin sınırları ise, batıdan doğuya Hazar Denizinden Bocnurd’a ve güneyden kuzeye Esterabad’tan Türkmenistan’a kadar olan bölgeyi kapsamaktaydı. Diğer bir deyişle, Türkmenler, asırlardır yaşadıkları/yaşamaya devam ettikleri topraklarının bağımsızlığını istemekteydiler. Türkmenlerin bu aşamada diğer bir deyişle, İran’a karşı yürüttükleri bağımsızlık mücadelelerinde, Türkiye ile ilişkiler kurmaya çalıştıkları gözlenmektedir. Türkmenler, askeri anlamda yürüttükleri mücadeleleri için tecrübeli komutanlara ihtiyaç duymaktaydılar. Tecrübeli komutanların yetişmesi için de bir askeri teşkilat oluşturmak, diğer bir deyişle askeri bir okul açmak gerekliydi. Bu nedenle Türkmen yönetimi, Türkiye’den Türk subaylarını “öğretmen” olarak davet etti. Öğretmen olarak davet edilen bu subayların hepsi, Enver Paşa ile birlikte “Türkistan hareketi” içinde yer almış kişilerdi. Türkmenler, bağımsızlıklarını kabul ettirmek ve güçlerini artırmak için büyük bir çaba gösterirlerken, 1925 yılı içinde İran yönetimi tarafından Türkmenlere karşı tam bir seferberlik ilan edildi. Bu arada, İran yönetiminde de karışıklıklar baş göstermişti. Tahran’da Rıza Han, İngiltere’nin desteğiyle İran tahtına geçmek için hazırlıklara başlamıştı. Ancak, Rıza Han’ın tahta çıkması için son bir hamle kalmıştı: Türkmen ayaklanmasını bastırmak.
1925 yılı Haziran ayında Türkmenler ve hükümet birlikleri arasında Bocnurd bölgesinde çarpışmalar oldu. Bu çarpışmalar neticesinde, Türkmenler, sayı ve teçhizat olarak kendilerinden üstün olan İran birlikleri karşında gerileyerek, Sahra’nın içlerine doğru çekildiler. Bunun üzerine, 1925 yılı Temmuz ayında Omçali’de Türkmen ileri gelenleri, bir toplantı düzenleyerek, durum değerlendirmesi yaptılar. Söz konusu toplantıda, katılımcıların büyük çoğunluğunun desteğiyle, “İran hükümeti, bağımsız Türkmen Cumhuriyeti’ni tanıyana kadar mücadeleye devam etmek” yönünde karar alındı. Ancak, bu toplantının hemen akabinde, 22 Temmuz 1925 tarihinde Meşhed’te Bocnurd Hanı Moazzez ve yakınındaki birkaç akrabasıyla yakın adamları, “Türkmen boyları arasında hükümet aleyhine propaganda yapmak ve onları isyana teşvik etmek” suçuyla idam edildiler. Bu idamlar, Türkmen hareketin durdurmamakla birlikte, hareketin İran hükümeti lehine zayıfladığının açık göstergesiydi. 1925 Ekim ayından itibaren, Türkmenler, İran birlikleri karşısında zor bir duruma düştüler. Hükümet birlikleri, Türkmenlerin yoğunluklu oldukları, Gümüş Tepe, Akkala ve Günbed-e Kavus istikametinde harekete geçerek, Türk direnişini durdurdular. Türkmen direnişinin kırıldığı dönemde, 31 Ekim 1925 tarihinde Beşinci Meclis, Kaçar Hanedanlığından Ahmet Şah’ı İran tahtından indirerek, yerine Rıza Han’ı “İran Şehinşahı” ilan etti. Böylece, İran’da yüzyıllardır hüküm süren Türk Kaçar Hanedanlığı dönemi resmen sona ermekteydi. İran’da Pehlevi Hanedanlığının iktidara geldiği bu tarih, sadece Türkmen Sahra’daki Türkmenler için değil, başta Azeri Türkleri olmak üzere bütün İran’daki Türkler için zor bir dönemin başladığının ilk işareti idi. Rıza Han’ın iktidara gelmesiyle, 12 kasım 1925 tarihinde başta bağımsız Türkmen Cumhuriyeti’nin Başkanı Osman Ahund olmak üzere birçok Türkmen boy liderleri Türkmen Sahra’yı terk ederek, Türkmenistan’a geçmek zorunda kaldılar. 1925 yılının Aralık ayına gelindiğinde ise, bu bölgedeki Türkmen ayaklanması/bağımsızlık mücadelesi tamamen bastırılmış bulunmaktaydı. İran Yönetimlerinin Türkmen Politikası
Şah Rıza Pehlevi, İran tahtına geçtikten ve Türkmen ayaklanmasını tamamen bastırdıktan sonra, hızlı bir şekilde Türkmenlerin bir daha harekete geçmelerini engellemek için tedbirler almaya başladı. Bu tedbirler çerçevesinde ilk iş olarak, Türkmenlerin silahlarını topladı. Bundan sonra, Türkmenlerin meskun olduğu bölgelerde, yönetimin her kademesine İranlı memurları görevlendirdi. Bunların dışında, bölgedeki Türkmen varlığı için asıl tehlike arz eden, Türkmenleri “İranlılaştırmak” yada “Farslaştırmak” amacıyla bölgedeki bütün Türkmen okullarının kapatılmasıydı. Kapatılan okulların yerine Farsça eğitim verme zorunluluğu olan okullar açıldı. Türkmen dilinde eğitim veren okullar, Farsça eğitim verme koşuluyla eğitimlerine devam edebileceklerdi. Pehlevi rejiminin yasakları, zaman geçtikçe farklı alanlara da kaydı ve Türkmenlerin milli kıyafetlerini giymeleri ve hatta geleneksel içecekleri yeşil çayı içmeleri bile yasaklandı. Şah Rıza Pehlevi’nin iktidara gelmesinden sonra İran hükümeti, Türkmenleri sindirmek yada asimle etmek amacıyla en çok uygulanan yöntemlerden birine başvurdu: Sistematik göç. İran yönetimi, bölgedeki Türkmenleri dengelemek amacıyla, İran sınırları içinde yaşayan binlerce Berberi asıllı kişileri Türkmen Sahra’ya göç ettirerek, bunları sistemli bir şekilde bölgeye yerleştirdi. Bunu yaparken İran hükümeti, Berberileri Türkmenlere karşı bir “silah” olarak kullanmayı amaçlamıştır. İran’da Pehleviler döneminde başlatılan Farslaştırma politikasında Kürtler de kullanılmıştır. Kuzey Horasan’daki Guçan kentinin kuzey bölgelerinde bir kısım Kürt nüfus da bulunmaktadır. Yine aynı bölgede bulunan Dergez ve Aşhane’de ise Türkmenler ve Kürtler karışık halde yaşamaktadırlar. Günbed-e Kavus’ta çok az sayıda Kürt mahalleleri mevcuttur. Türkmenler gibi Sünni inanca sahip olan söz konusu Kürtler, Pehlevi döneminde Kermanşah’tan Türkmenlerin bölünmesi amacıyla bölgeye zorla yerleştirilmişlerdir. Ancak, şunu önemle belirtmek gerekir ki, İran yönetiminin amacı burada gerçekleşmemiş, bu Kürtler, halihazırda “Türkmen-Kürt kardeşliği”ni savunmakta olup, bölgede herhangi bir istikrarsızlığın çıkmasına meydan vermemektedirler. 1925 yılında Rusya-İngiltere ve İran tarafından yapılan nüfus tespitlerinde, Türkmen Sahra halkının tamamının Türklerden oluştuğu kaydedilmekteyken, bu demografik yapı, Pehlevi hanedanlığının başlamasıyla sistemli bir şekilde yukarıda bahsedilen politikalarla değiştirilmeye başlandı. Bu politikaya zaman zaman basına yansıdığı kadarıyla edinilen bilgiler doğrultusunda, 1979 İran İslam Devriminden sonra da devam edildi. Özellikle son dönemde, İran Bakanlar Kurulunun 2005 yılında verdiği bir kararla, Kuzeydoğuda Hazar Denizi kıyısında bulunan Gülistan Eyaletindeki Türkmen köylerinin (Zeytunli ve Purhan) nüfusunun büyük bir çoğunluğunu Beluç ve Sistanilerin oluşturduğu Nizamabad köyü ile birleştirilerek, bu birleşik köye Farsça bir isim olan “Neginşehr” adı verildiği kaydedilmektedir. Bundan başka, Türkmen ili olan Omçali’nin adının Farsça bir isim olan “Siminşehr” olarak değiştirildiği, Günbed-e Kavus’a bağlı Omçali, Garki ve Kotuk köylerinin isimlerinin ise, coğrafi haritalardan çıkarıldığı da ifade edilmektedir. İran, bir Türkmen şehri olan Günbed-e Kavus’a yakın bölgelerde yer alan Türkmen köylerini, Türkmen yoğunluklu nüfus bölgelerinin oluşmasını engellemek amacıyla Günbed-e Kavus ile birleştirmekten özenle kaçınmaktadır. Nitekim, 15 Aralık 2005 Şehir Şurası seçimlerinde Türkmenler, en önemli kentleri olan Günbed-e Kavus’ta seçimleri kaybetmişlerdir. Yaşar Kalafat’ın da belirttiği üzere, İran parlamentosunda, Türkmen Sahra Partisinden üç Türkmen milletvekili bulunmaktadır. Ancak, Türkmenler, İran Parlamentosunda daha fazla milletvekili ile temsil edilmek istemektedirler. Türkmen Sahra bölgesinde yaşayan Türkmenler, kültürel, siyasi alanlarda olduğu gibi ekonomik alanda da oldukça geri kalmışlardır. Bölgeden gelen bilgi ve yapılan araştırmalar çerçevesinde, Türkmen Sahra’nın Hazar Denizi kıyısında yer alan Gümüş Tepe ilçesi civarında çok miktarda doğalgaz ve petrol rezervlerinin bulunduğu kaydedilmektedir. Ancak, İran yönetiminin buradaki yeraltı zenginliklerinin işletilip, kullanılmasına izin vermediği belirtilmektedir. Yöre halkı, doğalgaz ihtiyacını Mazenderen ve Nika’dan karşılamaktadır. Türkiye’nin Türkmen Sahra Politikası Bu başlık altında öncelikle sorulması gereken soru şudur: Türkiye’nin Türkmen Sahra bölgesine ilişkin bir politikası var mı? Yapılan araştırma ve incelemelere bakıldığında bu konuda Atatürk dönemi bir tarafa bırakılırsa, hiçbir şekilde olumlu bir gelişmenin olmadığı, hatta bunlar hakkında herhangi bir bilgi sahibi dahi olunmadığı ortaya çıkmaktadır. Annaberdiyev’e göre, 1978-1980 yılları arasında Türkiye’nin Tahran Büyükelçiliğini yapmış olan Turgut Tülümen, hatıralarında istemeyerek de olsa, bir gerçeği, yani Türkiye’nin sadece Türkmen Sahra’daki Türklere değil, bütün İran Türklerine olan ilgisizliğini ortaya koymaktadır. Buna göre, Tülümen söz konusu hatıralarında Türkiye’nin İran Türklerine olan ilgisizliğini ortaya çıkaran bir anısını şu şekilde anlatmaktadır: “Rıza Şah Pehlevi’nin mozolesine çelenk koymak, o günlerde güven mektubu sunan büyükelçilerin en önemli fonksiyonlarından biri sayılıyordu. … Günü geldiğinde, bana refakat edecek mihmandarın değişmiş olduğu dikkatimi çekti. Arabaya bindikten sonra yeni mihmandarım İngilizce olarak içini dökmeye başladı: ‘Ben Azeri Türküyüm, ama iki kelime Türkçe bilmiyorum. Beni Fars kültürü ile yetiştirdiler. Babam bir Latin Amerika ülkesinde büyükelçidir. Mozoleye çelenk koyacağınızı duyunca, mihmandar arkadaştan yerini bana bırakmasını rica ettim. Böyle bir günde Türk Büyükelçisi’ne bir Azeri Türkünün refakat etmesinin daha doğru olacağını düşündüm.’ Kulaklarıma inanamıyordum. Azeri Türkleri üzerinde devamlı baskı yapıldığını ve ana dillerinde eğitim görmelerine müsaade edilmediğini biliyordum, ama böyle bir tezahüratı beklemiyordum.” Türkiye’nin İran Türkleri konusundaki ilgisi aslında Atatürk döneminde mevcuttu. Nitekim, Mustafa Kemal Atatürk’ün, 1924 yılında İran’daki Türkmenlerin askeri eğitimine yardımcı olduğu ve 1935 yılında da Türk Dünyasına yardım için oluşturduğu fondan İran Türkmenlerinin de pay aldıkları bilinmektedir. 6 Ekim 1925 tarihinde Atatürk tarafından Türkiye’nin Tahran Büyükelçiliğine atanan Mahmut Şevket Esendal, bu görevi sırasında Büyükelçilik olanaklarını da kullanarak, özellikle İran’daki Türkmen gençlerinin Türkiye’de eğitim almaları konusunda büyük yardımlarda bulunmuştur. Ancak, Atatürk’ün ölümünden sonra geçen süre içinde İran’daki Türkmenler de büyük ölçüde unutulup gittiler. Bu unutuş/unutuluş, 20. yüzyılın sonuna kadar devam etti. Türkiye’de, özellikle 1990 yılından sonra İran’da Azeri Türklerle birlikte, diğer başka Türk grupların da yaşadıkları dikkat çekmeye başladı ve bazı eserlerde ve İran’a yapılan gezi notlarında yer aldı. Bunlardan bir tanesi, Yaşar Kalafat’ın 2005 yılında bir konferans için gerçekleştirdiği İran seyahati sırasında izlenimlerini anlattığı yazıdır. Yaşar Kalafat, İran’da Türkler arasında yaptıkları konuşmalarda, İran Türkmenlerinin, Türkiye’den kültür alanında destek beklediklerini ve TİKA’nın “10 bin öğrenci projesi”nden kendileri için ayrı kontenjan belirlenmesini istediklerini belirtmiştir. Bundan sonra da bölgeye ilişkin bazı yazılar, tezler yazılmasına rağmen, bunların yeterli olmadığı gözlenmektedir.
İran Türkmenlerinde Düğün gelenekleri
Türkmenlerin önemli adetlerinden biri evlenme ve düğün merasimidir. Türkmenlerin düğünü farklı örf ve adetlerle doludur. Türkmenlerde düğün, her aşaması farklı kavramlarla ifade edilen çeşitli merasimlere sahiptir. Türkmenlerde evlilik yaşı, erkeklerde 19-20, kızlarda ise 16- 17’dir. Genel itibariyle Safevi Devleti sonrasında, özellikle 18-20.yüzyıllarda evlilik yaşları bu şekildedir. Bunun nedeni ise bu dönemlerde yerleşik hayata yeni geçme aşamasında olan aşiretlerin başında bulunan beylerin, su ve toprak paylaşımı esnasında evli olan fertlere pay vermesidir. Bekâr olan kişiler ise bu topraklarda sadece çalışan olarak bulunurdu. Bu nedenle özellikle hanlar (Bey) da dâhil olmak üzere, Türkmenlerin, çocuklarını daha erken yaşlarda evlendirmesi bir gelenek halini aldı.Türkmenlerde evliliğin aşamaları şu şekilde olmaktadır: Evliliğin ilk aşaması, anne ve babanın oğlunu evlendirmeye karar vermeleri ve böylece kız babasının görüşünü ve onayını almak için erkek tarafından gelen birkaç kişinin kız istemesi merasimidir. Bu âdete “söz atmak” denilir.
Bu aşamada, öncelikle anne ve baba evlendirecekleri evlatlarına bir eş seçmeye karar verirler. Gelin adayına karar verilmesinden sonra damadın yakınlarından birkaç erkek kızın babasına ve eğer evin büyüğü kadın ise damadın birkaç kadın yakını, bir sofra bezine sarılı birkaç taze ekmekle ziyarete giderler. Selamlaşma, hal ve hatır sorulduktan sonra gelen çaylar içilirken kadınlardan biri sofra bezini açıp çıkardığı ekmekleri orada bulunanlara paylaştırır. Ürshat (Ürshod) denilen olumlu yanıtı aldıktan sonra eve dönerler, komşular ve akrabalar damadın ailesini tebrik eder. Aşiretin (tayfa) aksakalları ve akrabalar bir araya gelerek düğün giderlerini belirler. Toplantının ardından herkes imkânı dâhilinde para, inek, koyun ve düğün için gerekli olan ihtiyaçları temin ederek yardım amacıyla damadın babasına getirirler. Böylelikle, damat ailesinin üzerindeki düğün yükünü hafifletmiş olurlar. Meşveret ve düğün için gerekli malzemelerin toplanmasından sonra kız isteme aşamasına geçilir. Meşveret için yakınlarını bir araya toplarlar ve iki taraf arasında anlaşma sağlanınca taraflar bir araya gelmek üzere aralarında bir gün tespit ederler. Tespit edilen bu günde taraflar bir araya gelerek şartlar hakkında görüşmede bulunurlar.
Kız isteme günü belirlendikten sonra akraba kadınların yardımıyla geleneksel bir tatlı olan “Katlama” ve “ekmek” pişirilir. Kadınlar yeni kıyafetlerini giyer, kolyelerini ve altın takılarını takar ve gelinin evine giderler. Bu aşamaya “Duz dadışmak” denilir. Bu merasimden sonra artık iki aile biz felân giller ile “guda bolduğ” yani dünür olduk derler.Bu süreçten sonra gelin ailesi de komşu kadınlar ve yakın akrabaların yardımıyla hazırladıkları çörek batırma denilen geleneksel bir yemeği konuklarına ikram ederler. Böylelikle, bu evliliğin gerçekleşmesine olumlu yanıt vermiş olurlar. Akabinde kadınlar sevinç içinde ve zılgıtlarla evlerine dönüp müjdeyi damadın ailesine ve etraflarına duydururlar.
Diğer bir aşama ise düğün gününü belirlemek olur. 18-20. yüzyıllar arası geleneklere bakıldığında, düğün günü belirlendikten sonra birkaç atlı grup, kimin, ne zaman düğünü olacağını duyurmak adına köy ve aşiretler arsında gezerler. Tabi ki günümüzde bu işler davetiye gönderilerek yapılmaktadır. Diğer bir aşama ise dönemin parasına eş değer bir başlık parası ve verilecek olan para miktarının ne kadar olacağına karar vermektir. Bu, damat ve gelin ailesinin büyükleri arasında bir toplantı yapılarak belirlenir. Ertesi gün aşiretin (taifenin) aksakalları ve erkekleri başlık parasını belirlemek üzere gelin ailesinin evine gider. Başlık parası nakit veya mal türünden belirlendikten sonra geri dönerler. Evlenmek isteyen kişi, belirlenmiş olan başlık parasını nakit olarak öder. Nakit ödeme durumu yoksa ona karşılık inek, koyun, at ve deveyi gelinin babası veya annesine ya da ağabeyine verir. Başlık parasının tamamı anne ve babanındır.
Ardından kendi şer’î usullerine uygun bir şekilde nikâhı kıyar ve kızı damat evine getirirler. Düğün masrafları ve gelin evi ağırlamalarının maddi tutarı tamamen damat tarafından karşılanır. Düğüne gelen herkes obanın çadırlarında ağırlanır. Gelin ailesinin ağırlanması, mal ve benzerinin sorumluluğu ev sahibine aittir. Uzak ve yakınlardaki boylardan gelenler at yarışları yapar ve obada sınırsız eğlenceler düzenlenir. Sonraki aşama düğün günüdür. Gelin getirilmeden bir gün önce damadın evinde eğlence tertip edilir. Aynı şekilde gelin evinde de daha küçük kapsamlı düğün merasimi düzenlenir. Damadın babası (veya abisi) tarafından etrafa gönderilen atlılar yüksek sesle düğünü duyururlar. Düğünden önce damat evinin çevresindeki yedi ev, düğün için yardımlaşma amacıyla damat ailesine bildirilir. Küçük ve büyük kağnılar damadın babasının evinin yanına çekilir. “Kutlu olsun” ve “Hoş geldiniz” sesleri her tarafta yankılanır.Düğünü daha neşeli hale getirmek için “Bahşı” denilen çalgı ekibi getirilir. Damat, sağdıç arkadaşının evinde yaşıtları ve arkadaşlarıyla birlikte ayrı bir eğlence düzenler. Damadın annesi ve gelinin annesi ayrı çadırlarda kadın misafirlerini ağırlarlar.
Kadınlar hediyelerle çadırlara girer ve karşı tarafın verdiği hediyelerle çıkarlar.Düğün günü sabah 9:00-10:00 sıralarında arabalar ve atlardan meydana gelen bir konvoy oluşur. Gelin kendi evlerinde bir odaya kilitlenmiş olup kapının önünde birkaç kadın bekçi olarak dururlar. Gelenler onlara ufak tefek armağan ve hediyeler vererek kapıyı açtırırlar. Daha eski süreçlerde ise bu konvoy merasimi deve ile yapılmaktadır. Şöyle ki düğün günü deve hazırlanır ve devenin üzerine Türkmenlerin halik dedikleri sayeban konulur ve birkaç aksakal önden gelin evine doğru yola koyulurlar Gelin evine vardıktan sonra özel bir merasimle gelini götürmek için babası ve yakınlarından müsaade isterler. Aksakallar dua eşliğinde çadırdan çıkarak beraberlerinde gelini götürmek üzere gelmiş bulunan kadınlara “gelinimizi götürmek için gerekli izni aldık” müjdesini verirler.
Ardından kadınlar gelinin bulundurulduğu amcasının veya akrabalarından birinin çadırına yönelir. Ancak ayak almak denen adet gereği gelin tarafı kadınlar, gelinin götürülmesine engel olurlar. Gelin çadırın bir yerinden sıkıca tutar ve bu hareketiyle gitmekten sakındığını göstermeye çalışır. Bu adet sayesinde gelini razı edip başına kırmızı tülbent atılır ve deveye bindirilir. Gelini getirme esnasında, koyunun “döş” dedikleri özel bir et parçası vardır o kısmı gümüş sikkelerle süsleyerek gelin evine götürürler. Bu hareket her Kurban Bayramı’nda tekrarlanır. Gelinin damat evine varmasıyla ortalığı bir heyecan ve gürültü kaplar. Damat ailesi ve komşu kadınlar, gelinin binmiş olduğu devenin üzerine madeni paralar saçarlar. Bu adet de yerini bulduktan sonra gelini damadın amcasının evine götürürler. Gelinin sağdıçları onu çadırda oturtur ve gelinin oturduğu köşeye “toti” denen bir tül perde çekilir. Ardından kızlar ve bayanlar gelini görmek için çadıra girer. Sonra yemekler “döri” denilen genişçe tepsilere konarak kadınların ve erkeklerin bulundukları çadırlara servis edilmeye başlanır.
Yemeklerin yanında “diye çal” denen lezzetli deve ayranı da konuklara ikram edilir. Yemek konusunda damat ailesi maddi durumuna göre inek, deve veya koyun keser, etlerini pişirir ve pilavlar eşliğinde konuklara sunar. Kesilen hayvanın (genellikle koyunun) kalbi kızartılır ve ikiye bölüştürülerek ömür boyu gönülleri bir olması umuduyla bir yarısı damada diğer yarısı geline yedirilir, başka birinin bundan yemesi yasaktır. Gelin ve damat nikâhın kıyılması için birer vekil tayin ederler. Tayin edilen vekiller belirli bir âdeti sonu barış ile biten yapmacık bir kavganın ardından yerine getirdikten sonra nikâh kıyılır ve gelin ile damadın evliliği resmiyet kazanmış olur. Nikâh kıyılırken birkaç şahidin bulunması zorunludur.
Nikâh kıyıldıktan sonra “nikâh suyu” dedikleri sudan gelin ve damada içirilir. Nikâh kıyılırken birkaç kişi makaslarıyla, gelin ve damadın düşmandan, nazardan uzak olmaları ve hayatlarının güvende olmaları için, kötü niyetleri ve büyüleri makaslarlar. Nikâh töreninden sonra “Elleştirme” (gelin ve damadı el ele tutuşturma) denen adet yerine getirilir. Bu aşamada genellikle damadın kız kardeşi veya halası gelin ile damadın elini tutuşturur ve bu merasim icra edilirken yeni çiftin mutlu olmaları için, hayata dair öğütler barındıran şiirler okunur. Bu adet de yerini bulduktan sonra gelin ve damat yeni evlerine götürülür. Bu aşama da bittikten sonra gelin ve damat gelinin baba evi ziyaretine gider. Burada yalnızca gelin bir veya iki yıl kaldıktan sonra damadın anne ve babası belirli bir günde gelir, gelini daimî olmak üzere damat evine getirirler. Böylelikle gelin ve damat bir ömür sürecek evlilik hayatlarına başlamış olurlar.
Doğum Merasimi Daha eski dönemlerde doğum evde gerçekleştiriliyordu. Doğum esnasında ebe evde çocuk doğurtmayla uğraşırken evin dışında bir iki kadın boş havana vurur veya doğum yapacak olan ailenin babası ya da amcası silahla bir iki el havaya ateş açıyorlardı. Bunun amacı ise doğumu kolaylaştırmak adına bir gelenek olduğu anlaşılmaktadır. Ailenin veya komşular arasından birkaç yaşlı kadın ebenin yanında yardım amaçla bulunurlar. Doğum gerçekleştikten sonra ebe çocuğu eline alarak göbeğini kesmek için üç kez sorar “göbeğini keseyim mi” ve hazır bulunanlar kes diye cevapladıktan sonra dördüncü soruyla beraber göbek kesilir. Bundan sonra ebeye yardım edenlerden bir kişi, at zincirinin bir kısmını ebenin ayaklarına takar.
Bu iş simgeseldir ve annenin kanamasını durdurmak için yapılır. Belki bu adet Türkmenler ve at arasında bir bağ olduğu inancını simgelemektedir. Doğum gerçekleştikten sonra ebe bulunduğu çadır veya evden çıkar, doğan çocuk erkekse ok ve yay, kız ise ip yumağı çadırın kapısına asılır. Bu haberden sonra ebeye bir hediye verilir Eğer ailenin önceki bebekleri doğumdan sonra çok yaşamayarak ölmüşse veya yeni doğan bebek zayıf ise onun göbeğini kılıçla keserlerdi. Bu adet de yeni doğan bebeğin güçlü olması niyetiyle uygulanırdı. Ayrıca nazardan korumak için bebeği ateş üzerinde geçirirlerdi. Bir diğer adet akan nehrin suyun nazarı götüreceği inancıyla bebek nehirden geçirilirdi.
Doğumdan birkaç gün sonra bir din adamı bebeğin kulağına ezan okur ve üç kez adını söylerdi, bu şekilde bebeğin adı konmuş olurdu.
Cenaze ve Yas Tutma Merasimi:
Vefat eden kişiyi ev’de yıkanılır. İmam nezaretinde ölüyü kefenleyip, sedye gibi taşıyabilecekleri bir şey üzerine koyup, açık bir yere götürerek başı kıbleye gelecek şekilde koyup, cenaze namazını kılarlar. Ölünün yakınlarından namaz kıldırabilecek herhangi bir kimse varsa o,yoksa yakın Cami’nin imamı öne durup cemaat namazı kıldırır. Sonra herkes “Allah rahmet eylesin” derler. Bu sırada cemaattan 10-12 kişilik bir topluluk cenazeyi kaldırıp mezarlığa götürürler. Cenazenin yüzü kıble tarafa olmak üzere defnederler. İmam bir kâğıt üzerine ”İnşirah” süresini yazıp, kabir örtülmeden önce, kâğıdı, soru cevap için uyandığında, her şeyden önce gözü ona ilişmesi için, ölünün yüzü üzerine koyar. Ardından ölünün yüzü üzerine toprak dökülmemesi için kabri kamışlarla örterler. Sonra halk vefat etmiş kişinin evine gelirler ve din adamları başta olmak üzere vefat eden kişinin ruhuna kuran ve ayetler okurlar.
Bu merasimler genel itibariyle 7 gün sürer. Yaşlılar bu arada ölünün yakınlarına teselli etmek amacıyla gönül alıcı sözler edip “hepimizin sonu budur… hepimiz öleceğiz…” gibi sözlerle teselli etmeye çalışırlar. Kişinin ölüm haberi duyulunca etraftan çeşitli yardımlar gelmeye başlar evde kadınlar ayrı erkekler ayrı bir şekilde toplanıp ölünün ruhu için Fatiha okunur. Dua etmek için gelen misafirlere önce çay daha sonra öğle yemeklerle ağırlanırlar. Artık dualar eşliğinden ölen kişinin ruhuna dua ederek evi terk etmeye başlarlar Sonuç İran’da yaşayan Türkmenler, kültürlerini/kimliklerini ayakta tutabilmek ve yaşatabilmek için tek başlarına mücadelelerini devam ettirmektedirler. Bunu da kurdukları ve son derece zor şartlar altında çalışan Mahdum Kulu Feraği ve Miras Şiir ve Edebiyat Cemiyetleri aracılığıyla yapmaya çalışmaktadırlar. Türkmen Sahra’daki Türkmenler, 1991 yılında oluşturulan “Dünya Türkmenleri İnsanperver Birliği” toplantılarında dönemin Türkmenistan Devlet Başkanı Saparmurad Niyazov tarafından hatırlanmış, ancak daha sonra Türkmenistan’ın İran ile yaptığı petrol-doğalgaz antlaşmaları nedeniyle, diğer bir deyişle, ekonomik çıkarlardan dolayı yeniden yalnızlığa itilmişlerdir. Tarihte ilk kez, 11 Eylül 2005 tarihinde Gürgen’de Madum Kulu Feraği Cemiyeti ve Türkmen Ansiklopedisi Merkezinin organizasyonu ile bir konferans yapıldı ve bu konferansa, sembolik sayıda da olsa Türkiye’den de temsilciler katıldı. Bu gibi bilimsel/kültürel faaliyetlerin yaygınlaştırılması hem İran’daki Türkmenlerin tanıtılması hem de onların durumlarına dikkat çekilmesi açısında oldukça faydalı olacaktır. Kısacası, İran Türkleri, İran’da yaşayan bir toplum olarak, kültürlerini ve “Türklüklerini” yaşatabilmek/varlıklarını koruyabilmek için İran yönetiminden kendilerine biraz daha fazla ekonomik, kültürel ve sosyal anlamda hak talep etmektedirler.
https://www.youtube.com/watch?v=31uG5sFW00k
Kaynak :
1- http://yorkam.akdeniz.edu.tr 2- gunaskam.com
|